Bugün Yeni Demokrat Gençlik olarak yürüttüğümüz kimi tartışmaların özetlenmesine ve sürdürülmesine ihtiyaç duyuyoruz. Bu bağlamda gerçekleştirdiğimiz son divan toplantısında ele aldığımız bazı konuların yeniden gözden geçirerek sonuçlara ulaşmamız önemli bir yerde duruyor. Nitekim divan toplantımızda yürüttüğümüz tartışmaların, korona faktörünün de açığa çıkarttıkları ile ne kadar önemli bir yerde durduğunu görebiliriz.
YDG olarak çalışma tarzımızın, amaçladıklarımızın ve en nihayetinde kendimizi tanımlama biçiminin yeniden bir dizi olguyla karakterize edilmesi gerekmektedir. Ancak bu tartışmalarımız bir yarılmayla geçmişte yürüttüğümüz birçok tartışmadan kopmamaktadır; onların üzerine eklenerek ilerleyen fakat bununla birlikte yeni bir form kazanan bir öze sahiptir.
Tartışmalarımızın odak noktası, örgütlemeyi ve birlikte hareket etmeyi düşündüğümüz hedef gençlik kitlesi ile bizim özgün çalışmalarımız arasındaki bağın kuvvetine ilişkindir. Son 10 yıllık deneyimlerimize bile baktığımızda bu bağın güçlendikçe faaliyetimizin genişlediğini söyleyebiliriz. Ancak bununla birlikte geçmiş faaliyetimize dönüp baktığımızda birçok çalışmamızda bu bağın yeterince kurulamamış olduğunu da görebiliyoruz. Gençlik kitlelerinin gerçekliği, istek ve talepleri, sistemle yaşadıkları çelişkiler, örgütsüz gençliğin dinamik noktaları, sistemden kopma ve sisteme bağlanma yerleri gibi bir dizi gerçekliğin yeterince hesaba katılmamış olduğunu görüyoruz. Bunun yerine, kendi başına bir örgüt olarak YDG’nin kitlelerden yalıtık çalışmalarının daha yoğunluklu olarak yaşama geçirilmeye çalışıldığı ve bunda ısrar edildikçe gençlik kitlelerinin büyük ve çok yönlü gücüyle buluşulamadığı gibi bir durum söz konusudur. Yani gençlik kitlesinin siyasal mücadele içerisinde kazanılması ve devrimcileştirilmesi hedefiyle ister istemez çelişen, birincil önceliğin hizmet edilmesi gereken kitlenin kazanılması yerine kitleden bağımsız olan kendi örgütsel dar önceliklere verilmesi durumu. Bu açığa çıkan tablonun yaşanmasına ilişkin nedenlerin ideolojik ve teorik zeminine yönelik bazı tartışmaları 13. Konferansımızda ve arkasından yaptığımız divan toplantımızda gerçekleştirerek esasta şu iki nedene ulaşmıştık: Öncülük yaklaşımı ve öznelcilik.
Bu iki kavram yaşadığımız bazı sorunları kaba hattıyla ortaya koyan kavramlardır. Ancak çıkışı yakalayabilmek için bu kavramların sonucunda yaşadığımız problemlerin YDG’ye has yanlarını, neticelerini tartışmamız gerekmektedir.
Öncülük yaklaşımı ve öznelcilik YDG’de neye neden olmuştur hangi sonuçları açığa çıkartmıştır? Şüphesiz bu uzunca bir tartışmaya gebedir. Fakat ilk elden görünen şey, kitlelerin yeteri düzeyde hesaba katılmadığı için bizden kitleye doğru ya da kitleden bize doğru akan iletişimin ya da bağın inşa edilememesi gerçekliği. Burada yaşanan şey, devrimi yapacak olan kitlenin devrim sürecinde çok da önemsenmemesinin bir sonucudur.
Öncülük, kitlenin önemsenmemesine ilişkin olarak, öznelcilik ise yaşanan değişimlerin çok yönlü analizinin yapılmamasının sonucu olarak açığa çıkar.
Böylelikle dünyada değişen onlarca şeye rağmen bizim yöntemlerimiz büyük ölçüde kendini koruyarak bugünlere kadar gelmiştir. Burada her şeyi toptan alt üst ederek karmaşaya boğulmak yerine yöntemlerimizde (araçlarımız ve hedeflerimiz bağlamında) radikal bir değişimine ihtiyaç duyduğumuzu söyleyebiliriz.
Değişen süreçlerin ruhuna uygun olarak hareket etme burada önemli bir yeri dolduruyor. Değişim, kitlelerle bağ kurma noktasında bir dizi farklılıklar yaratmıştır. Bu bağlamda YDG çalışmalarının yönünü kitlelerin somut ihtiyaçlarına kaydırırken onun daha ulaşılabilir bir örgüt olması gerekmektedir.
Küçük bir örnek vermek gerekirse, sadece 1980 sonrası kapitalizm neo-liberal politikalara geçerken kamu yönetimi alanına onlarca yeni kurum ve kavram katmıştır. Sadece Türkiye’de 1980’in hemen sonrasında 10 yeni kurum yapılandırılmıştır. Bu kurumların kimisi piyasa alanına ilişkin kimisi telekomünikasyon alanına ilişkindir (TÜSİAD, 2002). Bunların nedenine bakıldığında ise teknoloji alanındaki gelişmelerin ve bu gelişmelerin telekomünikasyon sistemleri üzerindeki etkisi olduğu belirtilmektedir.
Kendi açımızdan baktığımızda da bugün yeni yaşanan gelişmelerle birlikte, hem kurumsal olarak hem de araçsal olarak birçok yeni şeye hızla adapte olmamız gerekmektedir. Bugün korona faktörüyle evden çıkmadığımız durumlarda bile yeni araçları hızla kullanarak örgütsel faaliyetin devamını ve kitleyle bağımızı öyle ya da böyle sağlayabiliyoruz. Devam eden süreçte ise bunu etkili ve sağlıklı kullanabilme üzerine düşünmemiz gerekmektedir.
Hak arama mücadelelerinin siyasallaşması
Birinci tartışma konumuz somut gerçeklikler üzerinden kitlelerle bağ kurma ve yeni kanalların yaratılması üzerine şekillenirken, diğeri çalışmalarımızı hangi içerikle şekillendireceğimize yöneliktir.
Lenin’in yazılarına baktığımız da kitle hareketlerini ya da işçi grevlerini değerlendirirken ekonomik talepli mücadeleler ile siyasal talepli mücadeleleri ayrı ayrı değerlendirdiği görülmektedir. Bugün bu farklar yine devam ederken, ekonomik talepli ya da reform içerikli taleplerin daha fazla siyasal bir özle buluştuğu görülmektedir. Bunun nedeninin talebin kendisinden bağımsız olarak devletlerin neo-liberal politikalar ekseninde geçirdiği değişimle ilişkili olduğunu söyleyebiliriz.
Doğanın sömürülmemesi için ekoloji mücadelesi ekseninde gerçekleşen bir talep piyasalaşmış devletler gerçekliği nedeniyle hızla siyasallaşabilmektedir. Ya da tipik bir kooperatifleşme ya da en basit haliyle yardımlaşma, dayanışma çağrıları devletlerin piyasa merkezli politikalarına karşıt geliştiği için devletin doğrudan hedefi haline gelmektedir. Bu gerçeklik, basit hak-reform talepli mücadelelerin bile doğrudan devletin zor aygıtlarıyla engellenmeye çalışılmasına neden olmaktadır. Örneğin Türkiye’de Tarım ve Orman Bakanlığı bütün bürokratları ile birlikte özel bir şirketin altına verilmeye çalışılmaktadır. Bunun sonucunda kamuya ait bir arazinin ya da doğa alanın yağmalanmaması için verilen bir mücadele hem piyasanın hem de devletin hedefi haline gelmektedir. Bu durum hemen hemen bütün alanlardaki mücadelelere yansımaktadır.
Öte yandan yükselen toplumsal mücadele alanlarına baktığımızda da doğaya ya da insanlığa ilişkin temel hakların savunulması merkezinde büyüdüğü (kendi coğrafyamız açısından Kürt ulusal sorunu merkezli mücadele de eklenmelidir) görünmektedir. Bugün bu alanlarda büyüyen mücadeleler; ülkenin siyasal düzeninin faşizmle yoğrulması ama bunun da ötesinde reform talepli mücadelelerinin daha siyasal bir öze sahip olması nedeniyle geçmişe nazaran daha önemli bir yerde durduğunu ifade etmeliyiz.
Böylesi alanlardaki artan mücadele potansiyeli ve dinamiği nedeniyle bu alanlarla ilişkilenmemizi güçlendirmemiz gerekmektedir.
Öte yandan 13. Konferansımızda ve devam eden tartışmalarımızda geleceğin temel toplumsal problemlerinin birinin işsizlik zemininden yükseleceğini öngörmekteyiz. YDG olarak kendi çerçevemizden baktığımız da ise genç işsizlik sorununu da politik faaliyetimizin içerisine yedirerek çalışmalarımıza yön vermemiz gerekmektedir. Bu açıdan kimi dernek ya da öz örgütlülük çalışmalarımızda bu soruna yönelik çözüm noktalarını tartışmamız ve pratik olarak üretim süreçleri ile birleşen çalışmaları önümüze koymamız gerekmektedir. Böylelikle dayanışma ve birlikteliği örgütleyerek sistemin neden olduğu birçok problemi daha bugünden aşma zemini de yakalayabiliriz. Fakat insanların öz sorunlarına dokunan çalışmalar kapsamında DKÖ’lerde var olma veya öz örgütlükler yaratma noktasında tüketen değil o alanlardaki hali hazırda var olan çalışmalara katkı sağlayan bir konumlanışımızın olmasına dikkat etmeliyiz. Böylece hem içerisinde bulunduğumuz öz örgütlülüğün faaliyetini geliştirirken YDG’nin özgücünü de büyütebiliriz.
Peki YDG’liler diğer öz örgütlülüklerde, DKÖ’lerde, kimi sorunlara hedeflenmiş platformlar gibi belli süreçlere özgülenen örgütlerde faaliyet yürütecekse YDG’nin misyonu ne olacaktır? Gerçek anlamda bakarsak sadece bu alanlarda örgütlenmek için bir örgüt olmaya gerek yoktur. Fakat YDG’nin misyonu tek tek hak temelli mücadelelerdeki siyasal potansiyeli, ona politik bir içerik kazandırarak gerçek bir siyasal ve devrimci güce dönüştürür. YDG, gençlik parantezindeki bütün parçalı alanlarda süren mücadelelerin birleşmesine zemin sunan şemsiye bir örgüt rolündedir. Parçalı mücadelelerin birleşmesi o mücadelelerin devrimcileşmesine hizmet eder. YDG’nin misyonu da bu birleşme noktasında açığa çıkan devrimcileşmeden gelmektedir.
TÜSİAD (2002). Bağımsız Düzenleyici Kurumlar ve Türkiye Uygulaması. Yayın No. TÜSİAD-T/2002-12/349)
Yazı; Yeni Demokrat Gençlik dergimizin 15. sayısında yayımlanmıştır.