Toplumsal sorunların hangisinin etrafında örgütlenen kitlenin devrimde belirleyen olacağı ya da hangileri etrafında örgütlenen kitlelerin devrimde belirleyen pozisyonda yer alacağı/hareketleneceği şuan için bir bilinmez. Bizim YDG olarak yürüteceğimiz tartışmalar bunu olabildiğince açığa çıkartmaya ve öngörmeye odaklanmalıdır.
“Gerçekte sosyalist hareketin bütün eski biçimleri yeni bir içerikle dolmuştu, o nedenle rakamların önünde yeni bir işaret belirdi: “eksi” işareti; fakat çokbilmişlerimiz ısrarla, kendilerini ve başkalarını, “eksi üç”ün “eksi iki”den daha fazla olduğuna inandırmaya çalışmaya devam ettiler.” (Lenin, “Sol Radikalizm”, Komünizmde Çocukluk Hastalığı, İnter Yay: 105).
Yeni dünyayı yorumlamaya ve anlamaya çalışan herkes düzenin yeni girdiği aşamaları onun tüm karmaşıklığını, karşılıklı ilişkilerini olabilecek en açık haliyle ortaya koymak zorundadır. Ve bizlerin çabası onu sadece anlamak ve yorumlamak için değil bizzat onu değiştirmek içindir, bir şeyleri değiştirmek için gerçeğin bilgisine sahip olmamız gerekir.
Lenin’in eksi işaretleri olarak tanımladığı şeyler artık eski olan fakat hala mevcut olan düzen tarafından açığa çıkartılan yeni şeylerdir. Bizimde yeni olan diyerek tariflemeye çalıştığımız şey tıpkı Lenin’deki gibi eski düzenin günümüzde aldığı yeni biçimlerdir. Eski dünyanın yeni (ya da “günümüz” de diyebiliriz) biçimi bütün toplumsal ilişkileri yeniden düzenlediği için ona uygun hareket edilmesi zorunludur. Bu yeni biçimlerin somut gerçekliğini devrimci bir tarzda yorumlamamız, devrim mücadelesi içerisinde nasıl konumlanacağımızdan, nasıl bir yöntemle devrim mücadelesini ilerleteceğimize kadar birçok şeyi yeniden biçimlendirmemizi zorunlu hale getirir.
Bütün devrimler bizim soyut kafamızda olan ya da arzuladığımız insan profilinden değil, doğrudan eski dünya düzenin şekillendirmiş olduğu insan gücü tarafından gerçekleştirilmiştir. Eski dünyanın şekillendirmiş olduğu insan, sadece bu şekillenişiyle kalmayıp, bilinçlice düşünerek yeni toplum düzenini inşa etme sürecine girmiş, örgüt formuna ulaşmış ve yeniyi yaratmayı isteyen örgütler (halkın örgütü olarak Komünist Parti) kendileri hazır olduğunda ve kendi dışındaki nesnel koşullarda alt üst oluş için elverişli hale geldiğinde devrimleri gerçekleştirmişlerdir.
Kapitalizm ile komünizm her ne kadar birbirlerine karşıt olsalar da, komünizmin var oluşu ve onun her devrimci atılımı ile kapitalist düzenin geçtiği aşamalar arasında güçlü bir ilişki bulunmaktadır.
Kapitalizmin tarih sahnesine çıktığı ve feodalizmi bütün yönleriyle olmasa da esas itibariyle yenilgiye uğrattığı dönem sosyalist-komünist düşüncenin de açığa çıktığı dönemi tetiklemiştir. Kapitalizmin feodalizmi parçalamasının ardından Marksizm de halkın sömürülmekten ve insan-insan, insan-doğa, insan-diğer canlılar arasındaki iğrenç ve esası egemenliğe dayalı yüzlerce ilişkiden kurtulmak için bir kılavuz haline gelmiştir.
Bu tarihsel dönem burjuvazinin feodal beyleri yenilgiye uğrattığı ve kapitalizmin inşa edildiği bir devrim, gerçek bir yenidir ve Marksizm yukarıda da belirttiğimiz gibi bu sürecin ardından doğmuştur. Bundan sonraları kapitalizmin kendi içinde yaşadığı her dönem onun köklü olarak yenilenmesini içermesine karşın artık adı yeni olsa da gerçekte eski olanı temsil eder. Bu dönemlerde egemen sınıf değişmez, burjuva koltuklar hala vardır ancak yeni teknolojiye hakim olan o koltukları işgal eden hale gelir. Fakat buna rağmen kapitalizmin kendi içerisindeki her köklü değişimin toplumsal ilişkileri yeniden düzenlediğini, sistem için yeni krizleri ve devrim mücadelesi açısından yeni atılımları da beraberinde getirdiğini görüyoruz.
Örneğin 2. Sanayi Devrimi olarak adlandırılan ve sanayi de bantlı ve seri tek parça üretim sisteminin hayata geçirildiği dönem Sovyet Devrimi’ne de zemin oluşturmuştur. 2. Sanayi Devrimi, sonrasında I. Emperyalist Paylaşım Savaşı’na ve onun da devamında 1917 Ekim Devrimi’ne zemin oluşturmuştur. Daha sonraları Mao, 1917 Ekim Devrimi ile Çin Devrimi arasındaki bağa da bazı makalelerinde işaret etmiştir.
- Sanayi Devrimi’nin olduğu 1970-80’li yıllar aynı zamanda devletlerin büyük bir kriz yaşadığı, sosyalist düşüncenin dünya çapında yeniden hareketlendiği ve birçok ülkede sarsıcı etkilerle yeni atılımlar yaptığı bir dönem olmuştur.
Şuanda günümüzde kapitalizmin 4. Sanayi Devrimi diye adlandırılan dönemin içerisinden geçiyoruz.
İlk olarak Endüstri 4.0 terimiyle 2011 yılında kullanılan, 4. Sanayi Devrimi, kapitalizmin geliştirmiş olduğu yeni teknolojilerle beraber birçok iş kolunda otomasyonun ve robotiğin yer alacağını öngörmektedir.
Oxford Economics, robotların sadece 2030 yılına kadar küresel imalat istihdamında 20 milyon insanın yerini alacağını öngörüyor.
Robotların kullanımının 2011-2016 yılları arasında ABD’de otomotiv sektöründe yüzde 14, diğer sektörlerde yüzde 40 artış kaydettiği aynı dönemde artış oranının Çin’de otomotiv sektöründe yüzde 199, diğer sektörlerde ise yüzde 267 seviyesinde olduğu belirtilmektedir (akt: independentturkish.com).
Dünyanın “4. Sanayi Devrimiyle küresel ölçekte toplumsal, ekonomik ve siyasal açılardan yeni bir dönüşümün eşiğinde” (Haluk İşler, 4. Sanayi Devriminin (Endüstri 4.0) Dinamikleri ve Olası Sonuçları) olduğu söylenmektedir.
Olesya Dmitracova, independent’da yapmış olduğu değerlendirmede 4. Sanayi Devrimi’nde en büyük sorunun, işverenlerin çalışanların yeni düzene yönelik yeni beceriler kazanmasına müsaade etmemesi olduğunu belirtmiştir. Kaldı ki yeni beceriler kazanılsa dahi otomasyon sistemlerinin daha yaygın kullanımından doğacak olan kitlesel sorunların çözümü sağlanamayacaktır.
Bizim için önemli olan geleceği için eyleme geçen kitlelerdir
Kapitalizmin içerdiği yeni gelişmelerle beraber milyonlarca insan işsiz kalırken, yeni açılacak iş kollarında istihdam edilebilecek insan sayısı yalnızca 100’lerle ifade edilmektedir.
Sadece bu durumun bile toplumsal anlamda oldukça geniş bir krizi doğuracağı açıktır. Milyonlarca insan, kitlesel ölçeklerde kalıcı statüde işsizleşirken biz sadece bu durumun teşhirini yapmakla yetinemeyiz. Bu bütün her şeyin dışında kaçınılmaz veya ertelenemez bir gerçeklik olarak karşımıza çıkacaktır. Doğal olarak buralardan açığa çıkan öfkenin nasıl örgütlenebileceğine cevap aramamız gerekir. Geçmişte işsizlerin neden örgütlenemediğine dair yani işsizlerin neden bir ordusunun olmadığına dair yapılan çalışmalar; 1- işsizliğin geçici bir durum olması 2- işsizlerin örgütlenebilecekleri fiziksel bir zeminlerinin olmadığı sonucuna ulaşmaktadır. Fakat günümüzde yine kapitalizmin iç gelişmeleri ile birlikte bu durumun değiştiği görülmektedir. Birincisi işsizlik giderek daha fazla kalıcılaşmakta ikincisi işsizlik artık devasa bir kitleyi içerisine alarak daha büyük bir toplumsal soruna dönüşmektedir. Nitekim işsizlerin mekanları aynı olmasa dahi örgütlenmeleri için iletişim kanalları fiziksel mekanların ötesinde geçmişte olmayan ama bugün yaygın olan internet ortamları üzerinden sürdürülebilecektir.
Bu gelişmeler kapitalist düzenin günümüzde yaratacağı tek bir soruna ilişkindir, ancak gelişmeler yukarıda da belirtildiği gibi toplumsal yaşamın bütün alanlarına yansıyacaktır.
“Hangi kıvılcımın -ekonomik ve politik dünya krizinin etkisiyle bütün ülkelerde uçuşan yığınla kıvılcımdan hangisinin- yangını başlatacağını, yani kitleleri özellikle sarsacağını bilmiyoruz ve bilemeyiz, ve bu nedenle yeni, komünist ilkelerimizle, en eski, en küflü, en iflah olmaz görünen alanları “işlemek” için buralara gitmekle yükümlüyüz, çünkü aksi takdirde bu görevin üstesinden gelemeyiz, çok yönlü olamayız, bütün silahlara hakim olamayız…” (Lenin, “Sol Radikalizm”, Komünizmde Çocukluk Hastalığı, İnter Yay: 101).
Günümüzde, tam da Lenin’in bahsettiği gibi binlerce kıvılcım dolaşmaktadır. Doğayı savunmaktan hayvan haklarına, ezilen ulus sorunlarından ezilen cinsiyet ve yönelim sorunlarına, demokrasi sorununa ve daha yeni biçimlerde gelişecek olan toplumsal sorunlara kadar binlerce sorun devrimlerin olası tetikleyenleri olarak dolaşmaktadır. Dünyanın birçok noktasında sadece son birkaç yılda bile farklı nedenlerden doğan onlarca kitlesel eylem gerçekleşmiştir.
Burada bizim yapmamız gereken dünyadaki birçok gelişmeyi ülke penceresinden bakarak yorumlamak ülkedeki devrim için var olan ve olası olan dinamik noktaları önceden görebilmek ve ona uygun konumlanmaktır.
Kayaoğlu, Marksizmin; politik önemi, hareket halindeki ya da hareket için kaynayan ezilenlere verdiğini (M.Kayaoğlu, Demokratik Modernite Sayı: 18; 127) belirtmektedir.
Toplumsal sorunların hangisinin etrafında örgütlenen kitlenin devrimde belirleyen olacağı ya da hangileri etrafında örgütlenen kitlelerin devrimde belirleyen pozisyonda yer alacağı/hareketleneceği şuan için bir bilinmez. Bizim YDG olarak yürüteceğimiz tartışmalar bunu olabildiğince açığa çıkartmaya ve öngörmeye odaklanmalıdır. Şuan Türkiye için düşündüğümüzde Kürt halkının en devrimci ve en politik kesim olduğu kolaylıkla söylenebilir ve bunu söylemek için işimizde mahir olmamız da gerekmez. Fakat bu dinamiğin ülke devrimi için yetmediği de kolaylıkla ifade edilebilir. Sorunumuzun düğümlendiği yer, yeni gelişecek süreçlerde ülke devriminde Kürt halkıyla aynı değil ama benzer hedeflere kilitlenecek olan, onunla kol kola olacak olan toplumsal kesimlerin hangileri olacağı noktasındadır. Kürtlerin yanında politikleşecek olan kesim ya da kesimler hangi toplumsal sorunlardan dolayı hareketlenen kitlelerden oluşacaktır? Aradığımız şey yangının başlayacağı yeri bulmaya yöneliktir…
Sonuç olarak bu çalışmanın önerisi, yeni toplumsal dinamiklerin nerelerden doğabileceğine ilişkin bir tartışma-inceleme ve derinleşmeyi başlatmak ve buraların içerisinde nasıl örgütlenileceğine ilişkin çözüm önerilerine yönelmektir.