Örgütlülük insanların akıllarında terör olarak canlanıyor ama bu da örgütlülüğü kendisine tehdit olarak gören devletin propagandasıdır. Aslında devlet yani burjuvazi bir terör estiriyor. Girişimcilik, vatanseverlik, adalet, eşitlik gibi söylemlerle reklam yaparak, yaptıkları terörün üstüne kapatıyorlar. Sistemin ve onun bekçisi olan devletin bu gerçekliğine karşı örgütlenmekten başka bir çaremiz yok. Bu yazıda size Türkiye ve Kürdistan topraklarında yaşayan birinin -bu biri özellikle de Kürt ise- örgütlenmesinin neden bu kadar önemli olduğunu anlatmak istiyorum.
Kendi örgütlenme sürecimi düşünürsem bunu 3 kısımda anlatabilirim: Örgütsüz olduğum zaman, örgütlenme süreci ve örgütlendiğim zaman.
Örgütsüz olduğum zamanlar bir şeylerin farkında olsam da ne zaman bunun için eyleme geçme isteği oluşsa sistemin baskıları, ailenin baskısı ve çevrenin baskısıyla bir şekilde eyleme geçmemin önü kesiliyordu. Ben, ben olmaktan çok sistemin şekillendirdiği, ailenin ve çevrenin olmamı istediği kişi oldum. Kimi zaman korku ile kimi zaman vicdan sömürüsü ile kimi zamanda sistemin olmamı istediği apolitik “özgür” biri… (Apolitik özgürden kast ettiğim ‘ben siyaseti sevmem’ deyip aldığı kararlardan, yaptıkları faaliyetlerden tutun her konuda özgür olduğuna inanma hali). Baktığımızda sistem insanların örgütlenmemesi için büyük çabalar veriyor. Ancak burjuvazinin hakim olduğu dünyada örgütlenmek daha kolay bence. Çünkü dünyanın neresinde olursanız olun burjuvazinin katlettiği insanların ölü bedenlerinin yaydığı koku ve işçi- köylünün alın teri tüm dünyayı sarmış durumda. Burjuvazi istediği kadar parfüm sıksın istediği kadar insanları uyutmaya çalışsın işe yaramayacak. Çünkü hiçbir şey gerçeğin önüne geçemez. Gerçeği gören kişiyi ise kimse durduramaz çünkü artık mesele; sen-ben meselesi değil, biz meselesidir; daha iyi bir yaşamın varlığına olan inanç meselesidir. İnsanlar bu gerçeklikle farklı farklı şekillerde hayatının her alanında muhakkak karşılaşır. Bazen bakkaldan ekmek alırken, bazen yolda yürürken, bazen iş yerinde, bazen bir kitap sayfasının arasında veya bir filmin bir sahnesinde bazen evde çay içerken bazen de hiçbir sebep olmadan gerçekliğin farkına varır insan. İşte benim asıl hikayem şimdi başlıyor, yani örgütlenme sürecim. Ben bir Kürt olarak 17 yaşıma kadar köyde yaşadım ve hiçbir zaman Kürt olduğumu dile getirmemiştim, gereği de yoktu. Ama ne zamanki 18 yaşımda Antep’te bir yurtta kalırken, bir sabah etüt odasına girdiğimde tahtada ‘En iyi Kürt, ölü Kürt’tür’ yazısını gördüm, o zaman ‘ben Kürdüm’ dedim. Daha öncede okulda bazı öğretmenler tarafından duymuştum faşist söylemler. Ama bu kadar keskin bir söylem beni çok etkiledi. Daha sonra üniversitenin birinci yılında yaz tatilinde Bodrum’a çalışmaya gittim. Orada günlük 12 saatten fazla çalışmamıza rağmen askeri ücret veriyorlardı ve insanca bir muamele görmüyorduk. Ne konakladığımız yer ne yemekleri ne de patronun bizlere karşı olan davranışları… Halbuki patronun kazandığı milyonlar tüm çalışanların verdiği emek sayesindeydi ama işçiler 1700 tl civarı alıyordu.
Peki patron ne yapıyordu? Özel lüks arabasıyla otele gelip uzaktan bizi izleyip şefe şikayetler yağdırıp hizmet bekliyordu. İşte patronun işi buydu. Daha sonra anladım ki ezilen sadece Kürt halkı değildi, aynı zamanda işçiler de eziliyordu. Ama hayatın neresine baktıysam da aslında her yerde bir ezilme, bir sömürü düzeni vardı. Türkler de eziliyor, sömürülüyor; kadınlar da sömürülüyordu, eziliyordu; LGBTİ+’lar da eziliyordu, sömürülüyordu; hayvanlar da eziliyordu, sömürülüyordu; köylüler de aynı şekilde bu ezilme ve sömürü içerisindeydi. Her yerde bu ezilme ve sömürü düzeni varken neden insanlar buna karşı çıkmıyor ve bu düzeni nasıl değiştirebiliriz? Bu ve bunun gibi birçok soru sonucunda örgütlenmeye karar verdim. Çünkü ‘toplumsal kurtuluş ancak örgütlü bir mücadele ile gerçekleşecektir.’
Yazı; Yeni Demokrat Gençlik dergimizin 17. sayısında yayımlanmıştır.