Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan tarafından 2 Ocak 2021 tarihinde AKP’li Melih Bulu Boğaziçi Üniversitesi’ne kayyum rektör olarak atanmış ve hemen sonrasında buna karşı öğrencilerin kayyum rektöre karşı direnişi başlamıştı.
Boğaziçi’nde başlayan öğrenci direnişi birçok şehre ve üniversiteye de sıçramış ve buralarda öğrenci direnişleri başlamıştı. Direnişin İstanbul’dan sonra en çok ses getiren kentlerinden biri de Ankara oldu. Ankara’da Boğaziçi direnişinin nasıl başladığını, bu süreçte neler yaşandığını ve ilerleyen zamanlarda dayanışmaların nasıl oluştuğunu Ankara Üniversite Dayanışması’ndan Emir Parlak ile konuştuk.
Erdoğan’dan öğrencilere: Teröristler
Atamanın hukuksuz bir şekilde yapıldığı ve öğrencilerin buna tepki göstermesinin meşru olduğunu belirten Parlak: “Yapılan bu atamanın ardından Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri ve hocaları, atamanın meşru ama hukuksuz olduğunu, siyasi saiklerle yapıldığını ve üniversite bileşenlerinin söz, yetki, karar haklarına yönelik bir saldırı olduğunu belirterek Melih Bulu’yu istifaya, Cumhurbaşkanını kararı geri çekmeye çağırdılar. Melih Bulu istifa çağrılarına kendisini öğrencilere şirin gösterme çabalarıyla karşılık verdi. Herkesin rektörü olacağını, Metallica dinlediğini, görev süresi içerisinde kimsenin kılına zarar gelmeyeceğini söyleyerek bir yandan kendisine yönelik büyüyen tepkiyi dindirmeye çalışıyordu. Elbette Melih Bulu istifa edebilir miydi? Bu öncesinde de çokça tartışılan bir konu oldu. Tepkilerin ilk geliştiği andan itibaren de zaten Melih Bulu istifa etmek istese dahi istifa edemeyeceğini; iradi olarak bağlı olduğu kurumun Cumhurbaşkanlığı, şahsın ise Tayyip Erdoğan olduğunu belli etti. Kararı geri çekmesi çağrısı yapılan Tayyip Erdoğan ise öğrencilere ‘teröristler, ailelerinin sahip çıkması gerekli’ diyerek karşılık verdi” ifadelerini kullandı.
“Bir işgal girişimi başlattılar”
Çok uzun zamandır AKP, iktidarının kendi dışında olanı görmezden geldiğini ve inkâr ettiğini dile getiren Parlak, “Gerici-faşist bir siyaset yürütmektedir Kürt illerine kayyumların atandığı zaman, kendilerine altı milyon insanın iradesini çiğniyorsunuz dendiğinde, altı milyon insana demediklerini bırakmadılar. Hiç yokmuş gibi inkâr ettiler. Boğaziçi Direnişi’nin ortaya çıktığı dinamikte bu yok sayma ve inkâr politikasının bir tezahürüdür aslında. Öğrenciler, üniversitenin bileşenleri, yok sayılarak yapılan bu atamaya karşılık, hocaları ve emekçileriyle beraber kendi rektörümüzü kendimiz seçmek istiyoruz dediler ancak iktidarın tepkisi gene yok saymak, inkâr etmek oldu. Uzun zamandır yapılan bu kayyum rektör atamalarıyla beraber aslında temel niyet üniversitelerin özgürlükçü, demokratik ve bilimsel ortamını tasfiye etmek ve kendi siyasetine uygun bir yaşam alanı haline getirmekti. Boğaziçi Üniversitesine de bu niyetle bir işgal girişimi başlattılar ancak karşılığı öğrencilerin başlattığı direniş oldu.” dedi.
“Birçok öğrenci gözaltına alındı ve yaralandı”
Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin okullarında yapmak istedikleri protesto eylemleri esnasında okula giriş çıkışların öğrencilere kapatıldığına ve okulun kapısının da kelepçelerle kilitlendiğini söyleyen Parlak, “Bu görüntülerin yaygınlaşması ve eylemlere yönelik polis şiddeti ile direniş siyasal iktidarın umduğunun aksine çok hızlı bir şekilde yayıldı. Okulun kapısına takılan kelepçenin görüntüleri toplumsal alanda memleketin içinde bulunduğu durumu özetler nitelikteydi. Çok uzun zamandır Türkiye’de sokaktan yükselen her hak talebi polis şiddeti ile bastırılmak istendi ve gösteri, yürüyüş hakları engellendi. Boğaziçi’nin ilk günlerinde yapılmak istenen eylemler de beklendik bir şekilde orantısız bir polis şiddeti ile karşılaştı ve sürecin devamında farklı konumlarda yapılmak istenen destek ve protesto eylemleri de yapılan müdahaleler ile dağıtılmaya çalışıldı. Bu müdahaleler esnasında birçok öğrenci gözaltına alındı ve yaralandı. Öğrencilerin karşılaştığı bu şiddetle beraber direniş yayıldığı gibi, tüm memlekette görünür bir hal aldı ve uzun bir süre siyasi gündemi işgal etti. Toplumsal kesimlerden destek çağrıları yükseldi; çağrılara çok fazla yanıt verildi ve gerek bireysel olsun gerek grup halinde olsun Türkiye’nin birçok farklı yerinde çeşitli destek eylemleri gerçekleştirildi. Boğaziçi Direnişi en başından sonuna kadar sadece Boğaziçi’ni kapsayan bir gerçeklik olmadı. Direnişin bu kadar hızlı toplumsallaşmasının ve öğrenciler tarafından sahiplenilmesinin en önemli nedeni, uzun süredir ülkenin içerisinde bulunduğu siyasal, ekonomik ve kültürel krizin yarattığı tahribatın sorumlusu olan siyasal iktidara karşılık büyüyen öfkeydi. Boğaziçi Üniversitesi’ne atanan kayyum rektör bir ilk değildi, bahsedilen anti-demokratik uygulamalar, akademiye yönelik saldırılar ilk değildi ancak son olması adına Boğaziçili öğrenciler direnişi eteğe kemiğe büründüler. Çok uzun zamandır sığlaşmış, hareket kabiliyetini yitirmiş tüm muhalefet odaklarına yeni bir soluk kazandırdılar. Direniş herkesi kendi çeperinde bir araya getirdi. En önemlisi öğrencilere söz, yetki, karar haklarını ve özerk-demokratik üniversite istemini yeniden hatırlattı” dedi.
Direnişin öğrettikleri…
Akademiye yönelik saldırıları durdurabilmenin ancak fiili direnişin büyütülmesi ve bir aradalıkla sağlanabileceğini ifade eden Parlak, “Toplumsal hafızayı kıvılcımlayan Boğaziçi Direnişi bugün direnişin yöntemleri ve yönetimi üzerine örnekler teşkil ettiği gibi tüm üniversite öğrencilerinin, devrimci-demokrat kurumların direnişin öğrettiklerini tartışmasına vesile oldu” diye konuştu.
“Herkesi dayanışmaya davet ettiler”
Saldırılar karşısında direnişlerin büyüdüğünü ve dayanışmaların kurulduğunu kaydeden Parlak, üniversite öğrencilerinin süreci birlikte örgütlediğine, direnişin yaygınlaşması ve görünürlüğünün artması üzerine ülkenin birçok noktasında öğrenciler tarafından çeşitli platformların kurulduğuna ve bu platformların en başında dayanışma ağlarının olduğuna dikkat çeken Parlak, “Siyasal iktidarın ve ortaklarının yekpare söylem ve saldırılarına yönelik öğrencilerde birlik ve dayanışma mesajları vererek yekpare hareket edebilmenin mekanizmalarını oluşturmak istediler. Oluşturulan bu zeminler üzerinde herkesi dayanışmaya davet ettiler. Faşizm kendi yüksek sesli propagandası dışında başka, yükselen bir sese tahammül etmez; teşhir edilmekten hoşlanmaz. Bu sebeple yürüttüğü anti propaganda ile öğrencilere karşı nefret söylemlerini arttırdığı gibi polis şiddetinin de dozunu yükseltti” şeklinde konuştu.
“Dayanışmalar kısa sürede yüzlerce öğrenciye ulaştı”
Kendilerinin, iktidarın Ankara’da yükselen direnişten ve öğrenci hareketliliğinden ne denli korktuğunu ablukaya aldığı alanlarda anladıklarını aktaran Parlak, “Sürecin başında Güvenpark’ta gerçekleştirilmek istenen basın açıklaması öncesinde arkadaşlarımız evlerinden çıktıkları anda, çeşitli bahanelerle gözaltına alındı ve birçok öğrenci arkadaşımız ise henüz eylem alanına varmadan, buluşmalarına müsaade edilmeden yapılan müdahale sonucu işkence ile gözaltına alındı. Öğrenciler akademiye yönelik bu anti-demokratik saldırılara karşılık olarak Boğaziçi’nin öğrettikleriyle üniversite dayanışmalarını çok hızlı bir şekilde kurdular ve bu dayanışmalar kısa sürede yüzlerce öğrenciye ulaştı. Ankara Üniversitesi’nde kurulan dayanışmalar başta Boğaziçili öğrencilerle dayanışmak ve kendi okullarına atanmış AKP’nin siyasi temsilcisi olan kayyum Rektör Necdet Ünüvar’ı protesto etmek için Tandoğan kampüsünde bir yürüyüş gerçekleştirdiler. Onlarca öğrencinin katıldığı yürüyüşle beraber Ankara’daki üniversite öğrencilerinin de saldırılara boyun eğmeyeceği iradi olarak beyan edildi. Sürecin devamında İstanbul, İzmir gibi illerde başlatılan gözaltı, ev hapsi ve tutuklama furyalarını protesto etmek için yeniden Kızılay Meydanı’nda protesto edilmek istendi ancak eylemden önce bütün Kızılay yoğun bir polis ablukası altına alınmıştı. Ablukaya rağmen çeşitli noktalarda kalabalık gruplar halinde söz, yetki, karar hakkımızı dillendirdik beraberinde karşılaştığımız polis şiddeti ile yüzü aşkın öğrenci gözaltına alındık. Devamında yine yeniden Kızılay’da demokratik kitle örgütleri ve sivil toplum kuruluşlarıyla beraber gerçekleştirmek istediğimiz eyleme polis gaz ve plastik mermileriyle saldırdı, onlarca kişiyi gözaltına aldı. Fakat o gün Ankara polisi kaybetti çünkü, öğrencilerin sesleri sokaklarda yankılandı ve öğrenciler büyük bir destek gördü. Uzun bir süre Ankara özelinde atıl kalan öğrenci hareketi Boğaziçi Direnişiyle birlikte kurduğu dayanışma ağları üzerinden kendisini daha bir arada ve örgütlü bir duruma taşıdı. Bugün Ankaralı öğrenciler söz, yetki, karar haklarının gasp edilmesine ve özerk-demokratik üniversite ortamının tasfiyesine karşı örgütlü bir tavrın gerekliliğini tartışıyorlar ve direnişin büyütülmesi üzerine ilişkiler geliştiriyorlar. Pandeminin olumsuz etkilerine rağmen büyütülen bu olgu okulların açılması ile daha da güçlenecektir.” dedi.
“Birlik ve dayanışma içerisinde yeniden güçlenmesinin yeni bir formu”
Dayanışmaların süreç içerisinde Boğaziçi’nde direnen öğrenciler ve hocalar ile dayanışmak için, doğal olarak oluştuğundan bahseden Parlak sözlerini şu şekilde tamamladı:
“Sürecin gelişimi ile dayanışmalar daha organik bir hal aldılar ve sadece Boğaziçi Direnişi ile dayanışma kapsamında değil, akademiye yönelik bütünlüklü saldırıya ve okullarına yönelik gerici-faşist kuşatmaya karşı öğrenci arkadaşlarına dayanışmalara örgütlenme çağrısında bulundular. İçerisinde örgütlü-örgütsüz özneleri barındıran dayanışmalar kurumların ötesinde bir noktada aslında ve zayıflamış olan öğrenci hareketinin birlik ve dayanışma içerisinde yeniden güçlenmesinin yeni bir formu olarak geliştiler, kısa sürede Türkiye genelinde merkezileştiler. Öğrencilerin sözünün tartışılacağı ve ortak tavırlarının gündeme kanalize olacağı, kampüs ortamlarının özgür ve demokratik düzleminin korunmaya çalışılacağı, hocalarının ve bilimsel bilginin tasfiyesine karşı duvar örüleceği zemin olarak tarifleyebiliriz dayanışmaları. En azından bugün tartışılan niyetler doğrultusunda. Tüm toplumsal kesimlerin örgütsüzlüğünün karşılığında yüzleştiği sorunlarla öğrenciler de elbette çok fazla yüzleşti. Okullarında var olan hak ihlallerine, söz haklarına yönelik geleceksizleştirilmeye karşı örgütsüz kalan öğrenciler direnişin getirisiyle bugün örgütlülük ihtiyacı duyuyorlar ve bunu dayanışmalarda dillendiriyorlar.”
Röportaj; Yeni Demokrat Gençlik dergimizin 16. sayısında yayımlanmıştır.