“Sadece öncüyle zafer kazanılmaz. Bütün sınıf, geniş kitleler öncüyü ya doğrudan desteklemediği ya da ona karşı en azından hayırhah bir tarafsızlık ve öncünün düşmanlarını destekleme konusunda mutlak bir yeteneksizlik göstermediği sürece öncüyü tek başına tayin edici savaşa sürmek sadece aptallık değil, cinayettir.” (Sol Radikalizm, Komünizmin Çocukluk Hastalığı, İnter Yayınları: Nisan 1996 Birinci Basım sf.94)
Kitlelerin, devrimci mücadele içerisindeki önemine ve konumlanması gereken noktaya dair Lenin’in bu sözü, söylemek istediklerimiz açısından bir referans olarak alınabilir ve söze tam olarak buradan başlanabilir. Öncülük konusu bağlamında komünist önderlerin birçok sözü politik devrimcilik açısından referanstır aslına bakılırsa. Ancak güncel konumuza dair bir kaç şey söyleme gerekliliği hissederken sadece komünist önderlerden yapılan alıntılara boğulmak yerine daha somut görüngülerden de yola çıkmanın gerekli olduğu inancındayız. Elbette ki bu görüngülerin felsefi/ideolojik temelleri ile bağlantılı ele alınması koşulu ile. Lafı fazla dolandırmadan, birçok mecrada birlikte mücadele yürütme pratiğimizin olduğu gençlik örgütü SGDF’ye dair bir değerlendirme yapmak niyetindeyiz.
Söze öncülükten başladığımıza göre buradan devam etmekte bir beis yoktur. SGDF’nin öncülüğü nasıl anladığı ve pratiğe nasıl geçirdiğine gelmeden önce bu konuya dair birkaç şey söylemek isteriz. Devrimci öncü misyonu ülkemiz açısından yanlış algılanma üzerine ele alınmış ve böyle süregelmiştir. Çoğunlukla sınıftan ve kitleden bağımsız ele alınarak Lenin’in tariflediği gibi “terörizm”e indirgenmiş, daraltılmıştır. Kitleden kopuşun seviyesi arttıkça öncü mantık daha da uçlaştırılmaya müsait hale gelmiş ve bu çerçevedeki söylemlerde radikalleştirilmiştir. Pratikte kitle ile buluşamamanın sonucunda, öncü olarak addedilen özne öne sürülmüş ve kitleden uzaklaşmanın önündeki engeller birer birer aşılmıştır! Öncülüğün yanlış ele alınışının bir diğer yanı ise “ekonomizm”de vücut bulmuş ve sadece kitlenin eylemi doğrultusunda hareket edilerek politika sınırlara hapsedilmiştir. Ki bu iki yaklaşım arasında sadece incecik bir çizgi vardır.
“Bir politik hareketin öncülük misyonu nereden gelir?” sorusunu ele almak ve geçmiş yazınsal birikimi bu bağlamda yeniden incelemek oldukça önemlidir. Yapılan bu tartışmalarda öncülüğe yönelik öne çıkan vurgu: Bir politik hareket olarak öncünün hasbelkader bir hareket olduğu için öncü olduğuna işaret etmez. Politik hareketin öncülük misyonu toplumu ve tarihi bir bütün ileriye taşıyabilecek olan sınıfın öncü olma durumundan gelir ve toplumu ileriye taşıyabilecek olan sınıf politik harekette ne kadar temsil edilebiliyorsa harekette o kadar öncüleşiyor demektir. Yani bir politik hareket kendiliğinden öncü olmaz, öncü sınıfın değiştirici gücünü elinde bulundurmasıyla öncülüğü kazanabilir.
Bu yanlış anlamayla birlikte yaşama geçirmeye karşılık, konu bağlamında Mao’nun kitle çizgisi bizim en temel yol göstericilerimizdendir. Kitlelerden kitlelere formülasyonunu komünist hareketin öncü gücü içerisinde inşa etmeyi başarmış olan Mao, kitlelere sadece dışarıdan bilinç taşımayı kendine görev bilen “devrimcilere” kitlelerden öğrenmelerini salık vermiştir. Kitlelere siyasal bilinç taşımak kendini öncü olarak gören örgütlenmenin sorumluluğudur. Ancak bu tam da Mao’nun tariflediği şekilde, yani kitlelerin tohum halindeki fikirlerini alıp sistematize ederek ve tekrardan bu fikirleri kitleye götürüp kendi fikirlerinin sistematize edilmiş biçimini benimsemelerini sağlamakla olabilir. Aslında“…fikirlerin her defasında daha doğru, daha canlı ve daha zengin bir hale geldiği sonsuz bir helezon içinde” (Mao Zedung, Seçme Eserler Cilt 3, sf:125) kitle ile sürekli bir alışveriş halinde olunmasını sağlamak gerekmektedir. Mevcut gerçeklikte ise, muazzam yetenekleriyle kitleye bilinç taşımaya adanmış olan devrimciler, “sosyalistler” kitlenin dönütünü umursamadan sürekli halde bilinç taşınabileceğini umut ediyorlar ve gerçekten buna inanıyorlar. Yani kitleye öğretmeyi temel alıp kitleden öğrenmeyi her daim arka plana atıyorlar. Ancak öncü olduğu iddia edilen örgütlenme ile kitleler birleştirilmeyip, birbirinden bağımsız iki nesne olarak ele alındığında, kitlenin öğretici pratiğinden yoksun bir devrimci mücadele söz konusu hale gelir. Böylesi bir mücadelenin devrimci olabileceği yadsınamaz bir gerçek iken Marksist bir devrimciliğin sözü dahi edilemez. Diyebiliriz ki kitlelerin kendiliğinden hareketinin yükseldiği dönemlerde öncü olduğu iddiasını dillendiren örgütlenmelerin en temel sorunu buydu. Kitlenin taleplerini gözetmeden artık sığlaşmış ve güncelle bağlantısını kurmakta zorlandığımız söylemleri öne sürerek, öne çıkmaya çalışan örgütlenmeler kitlenin her daim gerisinde kalmıştır. Çünkü kitleden kopuk siyaset yapma tarzı, sadece kitleyi kendinden uzaklaştırmaya yarayabilir.
SGDF ve pratikler üçgeninde savrulma hali
SGDF cümle alemin ve kendilerinin de bildiği üzere öncülük konusunda gayet nettir veyahut genişçe bir kamuoyuna öyle bir izlenim sunmaktadır. Gerek yazınlarında gerekse sosyal medya gibi kanallarda bu netliğini daha da belirginleştirerek ortaya dökmektedir. Ki pratiği de cabası diyebiliriz. Sadece son süreçteki bir kaç pratiğine bakarak dahi bu yaklaşımın ideolojik alt yapısını çözebiliriz ancak sadece birkaç pratiği örneklemekle yetinmek ve ampirizme düşmek doğru olmayacaktır. Yalnızca bir kaç pratikten yola çıkmak bizi her zaman doğru sonuca ulaştırmaz. Velhasıl, şu korona günlerinde SGDF’nin öncü mantığı daha fazla öne çıkmaya başladı yazınlarında, söylemleri ve pratiklerinde. Bu durum elbette doğaldır. Öncü mantığı ile pratiğine yön verenler toplumsal hareketlenmeleri pek umursamadığından en durgun zamanlarda bile kendi küçük eylemlerinin bir hareket yaratacağını ve ulaşmak istediği kitle hangi kesimse onları cesaretlendirip sokağa dökeceğini varsayar. Veyahut buna can–ı gönülden inanır. Pratik-pratik-pratik (elbette ki dar pratikten söz ediyoruz) üçgeninin sınırları içerisinde gezinip, gençliği dürterek ayağa kaldırmayı ve öfkelerini sokağa taşırmalarını beklerler. Pratikler üçgenine sıkışmış olan SGDF’nin de, gençliğin ne istediğine veya ne yaptığına dahi bakmadan durgun suya bir kaç tane taş atarak dereyi taşırmaya çalıştığı apaçıktır. Üstelik hedeflenen her neyse gençlik kitlesiyle beraber yapılamayacağından, artık “öncü” kıvamına gelmiş bir kaç birey ile bu durumu kotarmaya ve diğer gençlik örgütlerinin yarattığı muazzam boşluğu “öncü pratik”leriyle doldurmaya çalışmaktadırlar. Gençliği hareketlendirecek ve pek yakın olan(!) sosyalizme koşar adım götürecek olan arkadaşlarımızın öncü pratikleridir. Tahayyül budur en azından. Ancak kitleleri yok sayan ya da kendi “muazzam” pratikleriyle uyuyan devi uyandırmaya çalışan bir anlayışın sosyalizmin yakınına varması ne yazık ki o kadar da kısa bir sürede gerçekleşmeyecektir.
SGDF’nin pratikler üçgenini meydana getiren düşünce düzleminde de dişe dokunur bir şeyler olduğunu söylemek güç. Devrimci camianın en temel sorununu teori ve pratik arasında birliği yakalamak olarak koyabiliriz. Marksist devrimci olmanın temelinde, teori ve pratik birliğinin önemi asla yadsınamayacak derecededir. Olmazsa olmazdır. Ancak bu ikisi birlikte ele alınabilirse “devrimciler” “…kendi pratiklerini evrensel gerçek olarak görmekten ve dar deneyci hatalara düşmekten kurtulabilirler.” Sadece söylemde bunu yapmak elbette kolaydır. Ancak, yayınlarda ve yine dar pratiğin içerisine iliştirilmiş sosyalizm vurgularıyla da sağlanamaz bu birlik. Bu durum yalnızca düşünce düzlemini işgal etmiş olan dar deneycilikle, tek yanlılıkla açıklanabilir.
SGDF’nin Özgür Gençlik isimli süreli yayınındaki “Gücünü Göster, Geleceği Kazan” başlıklı köşe yazısında da şu cümlelere yer verilmiş: “Sosyalist gençliğin eylemi ve çalışma tarzıyla önünü net biçimde keseceği gerileme noktası burasıdır; devrimci hareket içerisinde oluşma eğilimleri gösteren ve siyasal mücadeleyi zayıflatan ideolojik kırılmayı durdurmak!” (Sayı 37, Sf:5).
Devrimci hareket içerisinde ideolojik bir kırılma yaşanırken SGDF kendini ve toplamda benimsediği ideolojiyi bu durumdan muaf tutuyor. Bu dergideki bir başka yazısında da gençliğin bir kısmı ideolojik felç halinde geri kalanı da kendiliğindenciliğe sürüklenmiş halde tanımlanıyor (bir kaç devrimci gençlik örgütü dışarıda tutularak tabii). İdeolojik kırılma veya felç tanımlamaları neye göre yapıldığı tam olarak ortaya koyulamasa da, öncülük edememe eleştirisinin başat rol oynadığı fikrindeyiz. Yukarıda öncü mantığa yaklaşımımızı açmaya çalıştığımızdan, tekrardan değinme ihtiyacı hissetmiyoruz. Ancak şunu söyleyebiliriz ki kitleden kopuk hareket ettikçe, kitle ile aradaki mesafe açıldıkça “sol” söylemlere ve altı pek de dolu olmayan eleştirilere sığınmak tek çıkar yol oluyor SGDF açısından. Karşısında ajitasyon-propaganda edeceği kitle daraldığı, hatta olmadığı takdirde yapabileceği, karşısında bulduğu kolluk ile mücadele etmekten öteye gitmiyor. Kaf dağının ardında bir kitle var ama onlara varmaya çalışmak yerine “biz buradayız” naraları atılıyor durmadan. Öncüye yakışır bir tarzda önden giden SGDF’nin peşinden kitleler nasılsa gelirler!
Kendini öncü olarak görmesi ve buna göre hareket tarzına yön vermesi bir yana biz temelde anlaşılan biçimiyle öncü mantığı eleştiriyoruz. Yanlış yorumlanan devrimci öncülük kitlelerden kopuk hareket etmeyi salık verir çünkü. Kitlenin taleplerini ve hareketlilik düzeyini, somut durum tahlilini, düşmanın hareket tarzını önemsemez. Koşulların değişimini göz önüne almak ve tıkanan bir kanal var ise o kanalı yeni yöntemlerle açmak yerine, duvar hep aynı noktadan ve aynı aletle kırılmaya çalışılır. Örneklemek gerekirse, 1 Mayıs pratiği söylemek istediğimizi somutlayacak niteliktedir. Bir amaç doğrultusunda (popülizme hizmet etmek dışında) örgütlenen pratikler, anın ihtiyacını sorgulayarak, tahlil ederek planlanmalıdır. Ancak bu ve buna benzer diğer birçok pratik, anın görevleri değil popülaritenin arttırılması için ihtiyaç duyulabilecek eylemliliklerdir. Bir diğer yandan yukarıda da sözünü ettiğimiz gibi eski ve artık işe yaramaz hale gelmiş olan mücadele tarzının her gündemde ikame ettirilmeye çalışılmasından başka bir şey değildir. Çünkü sürekli halde eskiyi tekrarlayarak hareketli kalmak, hiçbir şey yapmamakla eşdeğerdir!
“Eğer siz kendi ilkel yöntemlerinize vurgun değilseniz, nesiniz?”*
Lenin’in gayet açık bir biçimde eleştirdiği bir anlayış, SGDF’li arkadaşlarımızın artık propaganda tarzına dönüşmüş durumdadır. Bunu yeni bir şeymiş gibi ele almıyoruz elbette, uzunca bir zamandır aynı dil ve üslup kullanılıyor kendileri tarafından. Yukarıda da değindiğimiz üzere birçok dar pratik ile kendini öne çıkarmaya çalışan SGDF, bu pratiklerin esasta politik devrimcilik tanımlamasının sadece “dar pratik” kısmını doldurabileceğini belli ki göremediğinden yaptıklarını devasa ve şimdiye kadar eşi görülmemiş muazzam pratiklermiş gibi sergilemektedir. Lenin’in tabiriyle “kendi ilkel yöntemlerine vurgun” SGDF’yi popülist siyasetin neresine koysak bilemiyoruz. Sürekli kendini övme, en ufak adımı bile kitlenen bütün kanalları açacakmışçasına göklere çıkarma ve bütün bunları yaparken hedef tahtasına düşman hattından ziyade “kılını kıpırdatmayan” devrimci gençlik örgütlerini oturtma… Popülizmin en saf hali olan bu yaklaşım, dar pratiğin yarattığı sarhoşluk, yine dar pratik ile sınırlı kalacaktır kuşkusuz. Herkese yükseklerden bakarak aslında kendi darlığının ayırdına varamaz ise kendi “doğrularını” başkalarını mahkum etme üzerine propaganda malzemesi eden SGDF’nin ahvali de buradan öteye gidemeyecektir. Birkaç sokak eylemliliği ve gözaltı ile gençliğe öncülük ettiğini ve anın görevini başarıyla yerine getirdiğini düşünmek politik devrimcilikten pek bir şey anlamamış olmanın sonucudur. Lenin’in sözünü ettiği siyasi çalışma bu olmasa gerek!
Propagandist siyasetin kaçınılmaz sonucu; oportünizm
“(SGDF) Gerçeği ve yapılması gerekeni dosta düşmana göstermekten, ne yayınlarında ne de eyleminde geri durmadı.” (SGDF’nin 1 Mayıs eyleminden hemen sonra ETHA’da yayımlanan röportajından) Gerçek nedir ve yapılması gereken nedir? Sözü yine SGDF’li arkadaşlarımıza bırakarak öğrenelim: “Beni bu düzen öldürüyor diyen gençliğe yol açma ve o gençliğin arayışlarını sonuçlandırma perspektifi ile bu süreci örgütleyen sosyalist gençler 1 Mayıs’ta ‘Asıl virüs kapitalizm kurtuluş sosyalizm’ şiarını bayraklaştırdı. Sosyalizmin geniş propagandasını yayınlarında, e-panellerde en çok da sokak aracılığı ile kitlelerle buluşturdu. Salgın süresince sokakta kalma ve sınıfını bilme iradesini gösteren SGDF 1 Mayıs’ı da tabii balkonlara ve sosyal medyaya daraltamazdı.” Gençliğe yol açma perspektifiyle yola çıkarak sosyal medyada propaganda yapma üzerine kurgulanmış bir biçimde, Taksim Meydanı’nda eylem yapmayı, yapılması gereken olarak tanımlıyor ve bu yolla “gençliğin arayışlarını sonuçlandırdığını” düşünüyor görüldüğü kadarıyla. Veyahut popülist siyasetin gereği olarak yine bu eylemi göklere çıkarma niyetiyle ayakları yere basmayan cümleler kuruluyor. Hangi gencin tek derdi Taksim Meydanı’na çıkarak gözaltına alınmaktı, merak ediyoruz doğrusu. Sokağa çıkma yasağı özgün “koşulunun” dışında, geçtiğimiz senelerde Taksim Meydanı’ndan başka alanlara kaydırılan 1 Mayıs gerçekliği gün gibi ortadayken, üstelik bu “kitlelerden kopuk olmayan kutlamalar” gerekçesi ile yapılırken, hangi genç taksime çıkarak 1 Mayıs’ı kutlamayı tartışmaktadır? Sadece polis ile karşı karşıya gelinen, kitleden tamamıyla yalıtık bu pratiğin gençliğin önünü açacağı mavalını okumak sadece popülist siyaset çerçevesinde değerlendirilebilir. Toplama baktığımızda dar pratiğe sıkıştırılan ve oportünist hatta ilerleyen bir “politik” mücadele söz konusu SGDF için. Burada özellikle oportünist kavramını kullanma gereği duyuyoruz. Yukarıda yaptığımız alıntıda da görüleceği üzere SGDF normal ve anormal şartlarda kendi kullandığı yöntemleri, şimdi kullanmadığı için (ki kullanıyor, sadece bugün için söylemlerinde öne çıkartmıyor) pasif ve yanlış olarak değerlendiriyor. Kendisi kullanmadığı anda bazı araçlar inanılmaz gereksiz hale gelebiliyorken, kullandığı zamanlarda ise çağa ve koşullara ayak uydurma ile açıklanabiliyor. Lafı dolandırmadan: Bunun adı oportünizmdir. Canı istediğinde sağa canı istediğinde sola kayan ve her zaman doğru yaptığı iddiasında bulunan SGDF’nin siyaset yapma tarzı oportünizmle malüldür. Şimdilerde hazır ortalık biraz durulmuşken “sol”a ve radikal söylemlere kaymayı tercih ediyor SGDF. Farklı koşullarda sağa kayışı da bugün tutunduğu “sol”un kardeşliğinden gelecek.
Güven, söz ve eylem arasındaki uyumda gizlidir
“Gençlik mücadelesinin öznelerinin geri çekilişi ve kabuğuna kapanması daha ağır sonuçlar yaratacaktır. Bu nedenle geri çekilmeyi durduracak yegane çözüm, birleşik eylem ve hareketle sokağın nabzını tutmak, gençliği cesaretlendirmek ve rüzgarı tersine çevirmektir. Sosyalist gençliğin bugüne kadar ki pratiği bu konuda güven vericidir.” (Özgür Gençlik, sayı 37, sf: 5)
Yine gerçekle hayal edileni birbirine karıştırma durumunun söz konusu olduğunu söyleyebiliriz. SGDF birleşik mücadele açısından kendi pratiklerinin güven verici olduğu iddiasındadır. Bu iddianın dayandırıldığı yer tam olarak neresi, yazıda konu edilmemiştir. Ancak şunu söyleyebiliriz ki SGDF’nin birleşik mücadeleye yaklaşımı, iddia ettikleri gibi değil, “işine geldiği kadar birleşik mücadele” şeklindedir. Pragmatist tarzda, ben merkezci yaklaşımın hakim olduğu bir ele alış söz konusudur. Yani kendisini öne çıkarabileceği bir alan olarak bakmaktadır buraya da. Elbette ki her örgütlenme kendi hedefleri, doğrultusunda birleşik mücadeleye yönelir. Ancak birleşik mücadele ne pragmatizmi ne de popülizmi kaldırabilecek bir alan değildir. Sadece dar pratik çerçevesinde ele alınsa bile! Diğer yandan dar pratik ile sınırlı bir birleşik mücadele anın ihtiyacı olan da değildir. Esas olan kitlenin taleplerini, anın ihtiyacını karşılayacak ve asgari müştereklerin dışına taşabilecek bir mücadeledir. Bir araya gelerek sadece sokak eylemliliği örgütlemekle kapsam daraltılmış olur ve bizim ihtiyacımız faşizme karşı birlikteliklerdir. Kendini öne çıkarmak için sokak eylemlerinin örgütlenmesine önayak olmak birleşik mücadelenin inşa edilmesine öncülük etmek olmuyor ne yazık ki! Kendi fikrini, sözünü ve eylemini dayatamadığı alandan koşarak uzaklaşan SGDF hangi pratikleriyle güven vermektedir? Evet SGDF’nin sözünü ettiğimiz yaklaşımı çerçevesinde, birleşik mücadeleyi önemsediği söylenebilir. Ancak ne yazık ki ihtiyaç bu değildir. Dar grubun küçük hesaplarından, sadece kendi çıkarlarını önemseyen öznelci bakış açısından yalıtılmayan birleşik mücadele ne gençlik örgütlerinin ne de gençlik kitlelerinin işine yaramayacaktır. O yüzden esas olarak kendimizle hesaplaşmamız gerekmektedir. Tabii ki birleşik mücadelenin inşa edilmesinde yaşanan sorunların bütün günahını SGDF’nin boynuna yüklemek niyetinde değiliz. Toplamda var olan bu yaklaşımla hesaplaşma zorunluluğu, hepimize aittir. Ancak hesaplaşabilmek için böyle bir yaklaşım olduğunun farkına varmak gerekir! Daha da önemlisi bu tarz ve yaklaşımın yanlışlığını kabul etmek gerekir. Çünkü farkına varmak her ne kadar çok önemli olsa da yanlış olanı değiştirme cüretini göstermek, en azından buna çabalamak kolay değildir. Çünkü yanlış olanda ısrar, dogmatizmin yarattığı bir hastalıktır ve hasta tedavi için rıza göstermelidir.
Son söz yerine söylemek isteriz ki; birlikte iş yapanların birbirine dair söz söyleyebilmesinin, karşılıklı görüş alışverişi yapabilmesinin, eleştiri ve önerilerde bulunabilmesinin yapılan işin içerik ve niteliğine olumlu katkıları olacağından hareketle, birlikte yürüdüğümüz zemini daha güçlü ve samimi temellere oturtmak derdiyle yazıyoruz. Parçada açığa çıkan eleştirileri ve değerlendirmelerimizin bütünlüklü ve doğru yöntemlerle muhatabına ulaşması sonucunda sağlıklı bir tartışma zemini yaratma niyetinde olduğumuz bilinmelidir.
Gençlik örgütleri olarak kabul etmeliyiz ki, birbirimize dair bir dizi değerlendirme ve eleştiriyi pratik anında yapmayla sınırlı bir eğilim mevcut. Bu tablo da pek çok noktada yapılan işi olumsuz etkilemektedir. Bizler açısından ise pratiğe, birlikte yapılan işe zarar vermeme kaygısıyla anda “gözardı” ettiğimiz biriken ve belirginleşen eleştirileri ve değerlendirmeleri sunmanın bir ihtiyaç olarak kendini dayatmasının yanında aynı zamanda güncel görevdir. Tartışma ve değerlendirmelerimize bu devrimci görev perspektif sunmaktadır.
Haziran 2020
Yeni Demokrat Gençlik
*(Ne Yapmalı? , Sol Yayınları: Temmuz 2008 Yedinci Baskı, sf:118)