‘Kendinden farklı bir cinsiyeti veya cinsel yönelimi ezenler de asla özgür olamazlar!’* yani “Eşit değilsiniz, bizimle eşitleneceksiniz’
İçerisinde bulunduğumuz emperyalist-kapitalist sistem her geçen gün kendi yapısal krizleriyle çatırdamaya devam ederken, durumun tüm faturasını ezilen halklar ödüyor! Fakir halk daha da fakirleşip, orta sınıf erirken, bir avuç muktedir ise servetlerine servet katıyor! Kapitalist sistemin sınıflı yapısının tüm ara katmanları eriyip proleterleşirken, sınıflar arasındaki ekonomik uçurum gün geçtikçe büyüyor. TC gibi sistemin ileri sınır karakolluğunu yapan ülkelerde ise durumun vahametini uzun uzadıya anlatmaya gerek kalmayacak kadar hayatın acı gerçekliği haline gelen geleceksizlik içerisindeyiz!
Sistem kendisini bizimki gibi ülkelerde zor gücüyle var etmeye; bunu da toplumun şoven ve geri yanlarını, “ahlak” anlayışını kaşıyarak, karşı çıkanlara yönelik tüm baskı araçlarını kullanarak yapmaya devam ediyor. Sistem ve koruyucusu devletler her daim ezilenler arasında suni düşmanlıklar yaratarak halkın rıza alımını sağlayıp var olan asıl gerçeklikleri, sorunları hasır altı ediyor. TC tarihi de bu faşizm, zor, baskı ve katliamlardan ibarettir. Geçici “refah” dönemleri ise sadece muktedirlerin işine geldiği kadardır…
Tüm bu baskı ve faşizm ortamında her daim başkaldıran halk tarihe silinmez izler bırakmıştır. Şeyh Bedrettinler, Seyit Rızalar, 1968 kuşağı, 70’ler, 80’ler ve yakın tarihe geldiğimizde özellikle özyönetim direnişleri, kadın ve LGBTİ+ mücadelesi… Yani ezenlere karşı her daim örgütlü bir mücadeleye ihtiyaç duyuldu ve duyulacak! Çünkü düşman gerçekliği ezilen milyonları faşizme karşı, örgütlü bir mücadeleye mecburi olarak itiyor. Bu sistemin/faşizmin bize dayattığı bir zorunluluk ve gerçeklik olarak karşımıza çıkıyor!
“Her Yürüyüşümüz Onur Yürüyüşüdür”
Tarihin her döneminde irili ufaklı, bireysel ya da toplumsal ölçeklerde var olan LGBTİ+ mücadelesi bu yıl Onur Yürüyüşleri’ne yönelik devlet politikası haline gelen tehdit ve yasaklamalarla gündem oldu: Devletin LGBTİ+lara yönelik düşmanlığı bizzat iktidarın en tepesinde olanlar tarafından verilen demeçler, uygulamalar ve yasaklamalarla yükseltmesi bu vesileyle halkın da geri ve fobik yanlarının kaşınması, lubunyalara yönelik şiddet tehditleri ve uygulamalarını beraberinde getiriyor.
Onur Ayı öncesi özellikle İzmir’de trans seks işçilerine yönelik polis saldırısı, katliam çağrıları yapan bildirilerin ortaya çıkması, Onur Yürüyüşü’ne yönelik saldırı ve katliam tehditleri bizzat devlet kışkırtmasıyla ayyuka çıktı! İstanbul Üniversitesi’nde gerçekleştirilmek istenen pride etkinliğine, okul önünde toplanan cihatçı çeteler saldırdı! ODTÜ Onur Yürüyüşü Kayyum Verşan Kök tarafından yasaklandı! Şehir merkezlerinde ise valilikler yürüyüşlerin yasaklandığını birbiri ardına açıkladı! Tüm bunlara karşı yine İstanbul, İzmir ve Ankara’da Lubunyalar sokaklara çıkmaktan ve tehditlere göğüs gererek haklarını, varlıklarını savunmaktan vazgeçmediler…
Dünya üzerinde tahayyül edebileceğimiz hatta edemeyeceğimiz her toplumsal kesimin içerisinde var olan LGBTİ+lar; yok sayılmaya, dışlanma ve katledilmeye karşı mücadelesini büyütmeye devam ediyor. Bu mücadele gençlere de öğretiyor, öğreniyoruz. Lubunya mücadelesi tarihinin en önemli halkalarından birisi olan Onur Ayı uzun zamandır Türkiye’de de kutlanmaya çalışılıyor. Yasaklar ve baskılar karşısında Onur Ayı bir hak arama mücadelesi haline çoktan gelmiş durumda. Onur Yürüyüşü vesilesiyle tüm tehdit ve yasaklamaya rağmen sokaklara çıkma iradesini koyan Lubunyalar ezilenlere kaybedecek bir şeyimizin olmadığını başımıza vura vura gösteriyor.
Faşizme, örgütlü yanıt zorunluluktur!
Son 5 – 10 yıllık süreç devletin resmi güçleri ya da sivil-cihatçı çeteleri eliyle kitlesel katliamlara tereddüt etmeden giriştiğinin örnekleriyle dolu. Yakın tarihe baktığımızda Sivas Katliamı, Roboski, Suruç, Amed HDP mitingine dönük saldırı, 10 Ekim Ankara katliamı ülkedeki direnişlerin ya da direniş odaklarının katliam yoluyla zorla bastırılmaya çalışıldığının örnekleri. Bu konu da hem sivil faşistler, hem paramiliter güçler hem de devletin resmi kolluğu devreye sokulmaktadır. Bu Onur Yürüyüşü de cihatçı çetelerin katliam tehditleri ile karşılaştı. Bizi yaşamlarımızla tehdit eden ve bu amaçla hareket eden kitleye karşı yanıtımız aynı dilden ve durumun hak ettiği ciddiyetle, en azından onu durdurma gücüne sahip olmak zorunda. Bu nedenle, bu gerçekliğin karşısında hızla devrimcileşmek, onların tehditlerini boşa düşürecek örgütlenmeleri güçlendirmek zorundayız. Reformist – uzlaşmacı, statükocu, şoven anlayışların gerçekte en işlevsiz olduğu ama hayatta da en fazla (parlatılarak) örgütlendiği bir dönemin içerisindeyiz. Haliyle bu ideolojik saldırılara karşı hayatın bize dayattığı düşünsel ve pratik kopuşları gerçekleştirmeliyiz, bu her şeyden önce bugün lubunya siyaseti söz konusu olduğunda böyledir…
Bu konuda dikkat edilmesi gereken noktalardan biri de, lubunya siyasetinin hızla politikleşip diğer mücadele dinamikleriyle daha fazla birleşme eğilimi ve pratiği varken, diğer dinamiklerin ya da sınıfın diyelim -tarihsel misyonuna ters olarak- kendi içine kapanma eğiliminin mevcut olması durumudur. LGBTİ+’lar, 1 Mayıs’ta, 21 Mart’ta, çevre eylemlerinde o alanlarda bulunurken, işçi sınıfı ya da örgütlü devrimci, yurtsever güçler lubunya siyasetini büyük ölçüde yalnız bırakıyor. Burada “politik olan hangisidir?” ya da “iktidar hedefi olan ne yapmalıdır?” diye sormak önemli bir tartışmayı açabilecektir.
Faşizmin, geleceksizliğin, hak gasplarının bu denli arttığı ve artık yaşayamaz hale geldiğimiz bu topraklarda; örgütlü fobiye, faşizme, katliamlara ve ideolojik saldırılara karşı tek çaremizin örgütlü devrimci bir mücadeleden geçtiği açıktır. Bunu yaratacak olan da ezilen kesimlerin devrimci ve öz örgütlenmeleriyle bağımsız ve bireysel değil örgütlü mücadeleye yönelmesi olacaktır. Hem tarihsel ders ve deneyimler hem de özellikle içerisinde bulunduğumuz süreç gerçekliği bize sağlam devrimci örgütlenmeyi dayatıyor. Örneklerini kitlesel alevi katliamlarında, Suruç katliamında, Roboski’de, İstanbul Sözleşmesinin feshinde, Pınar Gültekin’in katiline verilen tahrik indiriminde, Hande Kader’de, Gülistan Doku’da görüyoruz!
Örgütlü zoru uygulayan düşmana karşı tek çaremiz örgütlü, fiili meşru mücadeleden geçiyor!
*Marx’ın “başka bir ulusu ezen ulus özgür olamaz” sözünden esinlenilmiştir.
30 Haziran 2022