“Özgürlüğe düşenlerin her tarihe bir sözü var…”
Bizim gelenek pek tanımazdı Ulaş yoldaşı. Ben de onun ismini Gezi İsyanı sürecinde tutuklandığı zaman duymuştum. “Ulaş Bayraktaroğlu’na özgürlük” eylemlerine katılmıştım o dönemlerde.
“Ulaş Bayraktaroğlu, onurumuzdur” sloganına eşlik etmiş, içimden “amma da uzun bir soyadı varmış” demiştim. Çok sonraları anladım ki, uzun olan soyadı değil, hep aynı coşku ve kararlılıkla süregelen mücadelesiymiş. Soyadı uzun o yoldaşı Rojava’da tanıma şansı buldum. Şans diyorum, çünkü o her yönüyle, ilk görüşte farklılığı hemen göze çarpan bir yoldaştı. Yazmak zordur, şehit yoldaşlar hakkında yazmak daha zordur, ama önder, öncü yoldaşlar hakkında yazmak en zorudur. Ama devrime, devrimcilere tüm hayatını feda etmiş bir yoldaşı yazmayı borç bildim.
Sürekli cepheye ziyarete gelirdi bizi. Ne zaman bir çatışma olsa, aynı gün çıkıp gelirdi. Bir gün enternasyonal tabur olarak tuttuğumuz noktaya sabaha karşı çeteler saldırmıştı. Sabah beş buçukta başlayan çatışma, akşam geç saatlere kadar sürmüştü. Hepimiz mevzilerdeydik, çok yorulmuş, uykusuzduk. Akşama doğru mevzide BÖG’lü bir yoldaşla yorgunluğumuz üzerine konuşuyorduk. BÖG’lü yoldaş, şimdi Mehmet yoldaş, yanına takviye için yoldaşları alıp gelir demişti. Takviye gelirse, gece nöbetlerini takviye grubu tutar, biz de yatarız diye hayal kuruyorduk. O, komutan Ulaş’tı, savaşçılarına “zor” durumdayken, komutanımız bizi yalnız bırakmaz diye düşünecek kadar güven vermiş bir komutandı.
O gün gelmemişlerdi, en azından biz öyle düşünüyorduk. Çatışma günü örgütlerden çok sayıda yoldaş takviye için gelmiş, ama cephe yönetimi operasyonlar sürüyor diye noktaya gelmelerine izin vermemişti.
O yumruk hiç değişmemiş, hep aynı öfke ve coşkuyla…
Mehmet yoldaşın bir videosunu izledim. Polis devrimcilere biber gazı sıkıyor, Mehmet yoldaş da biber gazını sıkan polise yumruğu indiriyordu. O yumruk hiç değişmemiş, hep aynı öfke ve coşkuyla… Yoldaşlarına, halkına zarar veren düşmana indirilen o yumruk devrimcilerin adaleti, vicdanıdır. Mehmet yoldaş, İstanbul’da düşmana indirdiği o yumruğu, Rojava’da DAİŞ çetelerine indiriyordu.
“Bir insan ömrünü neye vermeli” sorusuna en güzel cevabını “o” verdi. Ömrünü, devrime adamak, yalnızca kızı Dünya için değil, dünyanın tüm çocuklarına adamak, yalnızca Türkiye halkına değil, dünya halklarına, sadece kendi savaşçılarına değil, diğer tüm devrim savaşçılarına adamak, hep başkasını düşünmek ve onların kurtuluşu için yaşamak…
Bir gün yoldaşlarla birlikte sabotaj eğitimi alırken bir kaza oldu, ancak olası durumlara karşı zaten gerekli önlemi aldığımız için kimseye bir zarar gelmemişti. Mehmet yoldaş da o gün ziyarete gelmişti bizi. Biz kazayı gülerek Mehmet yoldaşa anlatmıştık, çünkü durum biraz trajikomikti. Biz o da eğlenir diye anlatmıştık, ama o, hiç gülmedi, çok korkmuştu bize zarar gelme ihtimalinden, biraz da eleştirmişti. Ardından kısa bir süre içerisinde bizim yaşadığımız kazanın bir daha yaşanmaması için gece gündüz çalışmış ve bir mayın devresi hazırlamışlardı. O, yoldaşlarına gelecek en küçük zararı bile engellemek için elinden geleni yapardı, bir yoldaşının parmağı kanasa yüreği acırdı.
Kendisiyle dalga geçmeyi çok severdi, çünkü hiçbir kaygısı yoktu. Çünkü resmiyet adı altında insani olan devrimci olan duygulardan, samimiyetten uzaklaşanları sevmez, bunu çok yapay bulurdu. O, her sohbetini mutlaka bir morale dönüştürür, kendisine özgü anlatış tarzıyla çok basit bir olaydan bile hem ders, hem de gülünecek bir malzeme çıkarmayı çok iyi bilirdi. Enternasyonal tabur olarak cephede iki nokta tutuyorduk, diğer noktadan yoldaşlar bizimle telsizde bağlantı kurmuş, noktada patates olup olmadığını sormuşlardı. Soruyu duyan Mehmet yoldaş, telsizi yoldaştan alarak, “Patates yok ama ben varım ister misiniz?” diye vermişti cevabını.
Avrupa’da yapılacak Kaypakkaya yoldaşı anma etkinliğine bir mesaj göndermesini rica etmiştik. Normalde o mesaj için başka bir yoldaşı görevlendirmişti. Ricamız üzerine kendisi de konuşmayı kabul etmiş, “O zaman ben bir traş olayım, bu halle olmaz” demişti. Ardından sakal traşı olmuş, saçını bile taramıştı, onu ilk defa saçlarını taramış halde gören büyük bir yoldaş kitlesi, kahkahalarımızı tutamamıştık. Her şeyde olduğu gibi o göreve de müthiş bir anlam biçerek, o titizlikle yaklaşmıştı. Kameranın karşısına geçtiğinde ise çok heyecanlanmıştı. Heyecanı geçsin diye yöntem geliştirmeye çalıştık biz de. Yoldaş, kamera kapalıyken, gayet iyi bir konuşma yaparken, kamera açıldığında ise konuşma sırasında duraksamalar yaşanmıştı. Mesele tamamen kamerayla ilgiliydi. Kamerayı açık bırakıp, Mehmet yoldaşa, yoldaş kamera kapalı, sen devam et demiştim. Kimi kandırıyorsun, kameranın önünde yeşil ışık yanıyor, bari kapatın da açık mı kapalı mı anlamayayım demişti. Biz de o ışık yanan yeri bantladık. Artık kamera açık olup olmadığını anlamadan yaptı konuşmasını.
Dersim’de şehit düşen 12 yoldaşımızın haberini aldığımız günün akşamı karargaha ziyarete gelmişti bizi. Yoldaş sohbeti sınır süre tanımaz. Bir çay içip kalkarız diye başlayan sohbet akşam geç vakitlere kadar sürmüştü. O akşam, babuko (Dersim’in geleneksel yemeği) istemişti bizden. Daha önceden yemiş, sevmişti babukoyu. Ama et koysak daha iyi olur diyordu. Şehit düşmeden önceki o akşam da babuko istemiş, ama bu sefer etli yapın demişti. Ya Mehmet Yoldaş valla bu yemek etli olmaz, olursa zaten adı babuko olmaz demiştik. Yüzyıllardır hep aynı yemek, biraz değiştirin ne olacak demişti.
O akşam şehit düşen 12’lerden 4’lerden konuştuk, yapacaklarımızdan ve de başaracağımızdan. Diğer gün şehit düştüğü haberi geldi. Şimdi ise onu ve yapacaklarımızı, ama mutlaka başaracağımızı konuşuyoruz. Babukoyu Mehmet yoldaşın söylediği gibi etli yapmayacağız ve artık onunla da yiyemeyeceğiz. Ama onu asla unutmayacak, devrim yürüyüşümüzde hiç yanımızdan ayırmayacağız. Devrime verdiği emeği, alınterini mutlaka zafere taşıyacağız. Onu, tanıdığım ilk andan son ana, yine atıyorum aynı sloganı; Ulaş Bayraktaroğlu onurumuzdur.
Rojava’dan bir kadın Partizan