Yazımızın bu kısmında Engels’in “Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni” kitabından da yola çıkarak özel mülkiyetin dayanağı olan aileyi ele alacağız.
Bunu yaparken öncelikle tarih öncesi uygarlık aşamalarına ve gelişimine bakmakta fayda var. İlk olarak yabanıllık dönemi ve aşamalarına baktığımızda bu dönem kendi içinde aşağı, orta ve yukarı olarak üç döneme ayrılmıştır.
Aşağı aşama insanların henüz ilkel barınaklarda, hiç olmazsa kısmen ağaçlar üzerinde yaşadığı ve kabuklu, kabuksuz yemişler ve köklerle beslediği dönemdir. Bu dönemin başlıca sonucu, heceli bir dilin ortaya çıkışıdır.
Orta aşama ateşin kullanılması ve bunun neticesinde balık gibi hayvanların yenmeye başladığı aşamadır. Bu sayede insanlar; iklim ve yer sınırlarına bağlı kalmaktan kurtuldular; ırmak boylarını ve deniz kıyılarını izleyerek, henüz yabanıl durumdayken bile, dünyanın büyük bir bölümü üzerine yayılabildiler.
Yukarı aşama ise ok ve yayın üretimiyle başlar. Bu dönemde ok ve yay kullanan insanlar henüz çömlekçiliği bilmemektedir. Morgan’a göre, barbarlık durumuna geçiş çömlekçilikle başlar.
Barbarlık dönemi ve aşamaları da yine aşağı orta ve yukarı olmak üzere üç döneme ayrılır.
Aşağı aşama çömlekçilik ile başlamıştır. Orta aşama Doğuda evcil hayvanların yetiştirilmesi, Batıda ise yenilebilecek bitkilerin ekimi ve yapılarda kerpiç ve taş kullanılmasıyla başlamıştır. Yukarı aşama ise demir madeninin kullanılması ile başlamıştır. Ve bunun sonunda yazının kullanılmasıyla, barbarlıktan uygarlığa geçildiği görülmüştür. Tarımı olanaklı kılan hayvanlar tarafından çekilen demirden saban ilk olarak bu dönemde görülmüştür.
Aile
Morgan, ailenin hareketli bir öğe olduğunu ve asla duraklama halinde olmadığını söyler. Ayrıca toplumun aşağı bir dereceden daha yüksek bir dereceye geliştiği ölçüde, ailenin de aşağı bir biçimden daha yukarı bir biçime geçtiğini belirtmiştir.
İlkel tarihi incelediğimizde, hem kadınların hem de erkeklerin çok eşlilik halinde yaşadıkları ve bu nedenle, çocukların da o toplumda yaşayan herkesin çocuğu olarak kabul edildiği durumlar görülmüştür. Bazı istisnalar dışında, ailenin sıkı bir birlik durumunda bulunduğu yerde, ilkel toplulukların meydana gelmediği görülmüştür. Tam tersi yönden bakarsak da karmaşık ilişkilerin olduğu ya da çok eşlilik olan yerlerde ilkel topluluklar kurulmuştur.
Ayrıca ailenin de kendi içinde Kandaş aile, Ortaklaşa aile, İki başlı aile ve Tek eşli aile olmak üzere 4 aşaması bulunmaktadır.
Ailenin bütün gelişim sürecine baktığımızda bizi kandaş ailenin varlığını kabul etmek zorunda bırakır.
Ortaklaşa aileye baktığımızda örgütlenmenin ilk adımı, ana-babayla çocuklar arasındaki karşılıklı cinsel ilişkinin yasaklanması olduysa, ikinci adımı da, kardeşler arasındaki cinsel ilişkinin yasaklanması olduğunu görürüz. Ayrıca baktığımızda birçok Gens’in de ortaklaşa aileden çıktığı görülmüştür. Ayrıca bu dönemde yan hısım kardeşler arasındaki, yani erkek ve kız kardeşlerin çocuk, torun ve torun çocukları arasındaki evlenme de yasaklanmaya başlanmıştır.
İki başlı aile döneminde ise evlenme yasaklarındaki artan karmaşıklık yüzünden grup halinde evlenmeler gitgide olanaksız bir duruma gelmiştir. Grup halinde evlenmeler yerine iki başlı aile geçmiştir. Bu aşamada, bir erkek bir kadınla yaşar, ama gene de çok eşli olma hakkına sahipken, kadından yaşam boyunca eşine çok sıkı bir bağlılık istenmiştir. Eğer kadın eşini aldatırsa şiddetle cezalandırılır.
Yani aile kurumunun gelişmesi başlangıçta bütün aşireti kapsayan ve içinde iki insan arasındaki evlilik ortaklığının hüküm sürdüğü çerçevenin durmadan daralmasına dayanır. Ayrıca ailenin daha önceki biçimlerinde erkekler hiçbir zaman eş sıkıntısı çekmemiştir ama ilk karı koca evliliğinin kurulması aşamasında kadınlar az bulunan ve aranan bir şey haline geldiklerinden dolayı iki başlı evlenme aşamasından itibaren kadınların kaçırılma ve satın alınmaları başlamıştır.
İki başlı evlilik aileye baba öğesini sokmuştur. Bu dönemde aile içinde yapılan iş bölümüne göre erkeğe yiyeceğin ve bu iş için zorunlu çalıştığı aletlerinin sağlanması düşüyordu; bunun sonucunda da, erkek bu çalışma aletlerinin sahibi oldu. Ayrılma halinde kadına ev eşyaları kalırken, erkek bu aletleri birlikte götürüyordu. Bu da demek oluyordu ki yürürlükte bulunan töreye göre erkek aynı zamanda, yeni beslenme kaynağının, hayvan sürüsünün, daha sonra da yeni çalışma aracının, kölelerin, sahibiydi. Ama gene bu toplumdaki töreye göre, çocukları onun mirasçısı olamazlardı. Bu konuda durum şöyleydi: Analık hukukuna göre servetin, gens içinde kalması gerekiyordu. Ama ölen erkeğin çocukları onun gensine değil analarının gensine ait idiler; bu çocuklar, başlangıçta, analarının öbür kandaşlarıyla birlikte ve daha sonra, belki birinci dereceden, analarının mirasçısı olurlardı; ama babalarının mirasçısı olamazlardı, çünkü onun gensine ait değillerdi ve herkesin serveti, kendi gensinde kalması gerekirdi. Servetlerin artışı, hem aile içinde erkeği daha önemli bir yere getirirken, hem de geleneksel miras düzenini çocuklar yararına değiştirmek için kullanma eğilimini ortaya çıkarmıştır. Ama soy zincirinin analık hukukuna göre hesaplanması yürürlükte kaldıkça, bu olanaklı değildi. Bu sebeple önce bu değiştirildi ve analık hukuku böylece yıkıldı. Analık hukukunun yıkılışı, kadın cinsinin büyük tarihsel yenilgisi olmuştur. Yalnızca, gelecekte, erkek üyelerin çocuklarının gens içinde kalacaklarını, kadın üyelerin çocuklarının ise buradan çıkarılarak babalarının gensine geçeceklerini kararlaştırmak, bu iş için yeterliydi. Böylece, kadın tarafından hesaplanan soy zinciri ve analık miras hukuku kaldırılmış, erkek tarafından hesaplanan soy zinciri ve babalık miras hukuku kurulmuştur. Bu aile biçimini kabaca özetleyecek olursak belirli sayıdaki kimselerin, aile reisinin kabaca otoritesi altında bir aile kurarak örgütlenmesidir. “Ayrıca ‘familia’ sözcüğü Romalılarda, her şeyden önce, hatta karı koca ile bunların çocukları için değil, yalnızca köleler için kullanılır. Famulus ‘evcil köle’ anlamına gelir ve familia, bir tek adama ait bulunan kölelerin bütünü demektir.”
Tek eşli aile erkek egemenliği üzerine kurulmuştur. Tek eşli aile iki başlı aileden eşlerin ikisinin de istedikleri zaman çözemeyecekleri evlilik bağlarının daha sağlamlaşmasıyla ayrılır. Tek eşliliğe kendi özgül niteliğini veren şey; erkek için değil, yalnızca kadın için tek eşli olmasıdır. Tek eşliliğin bu niteliği günümüzde de hala korunmaktadır. Tek eşlilikte evlilikler geçmişte olduğu gibi, gene büyükler tarafından kararlaştırılan ve doğal koşullar üzerine değil, iktisadi koşullar, yani özel mülkiyetin, ilkel ve kendiliğinden ortaklaşa mülkiyet üzerindeki yengisi üzerine kurulmuş ilk aile biçimi oldu. Ana baba servetinden zorunlu bir parçanın çocuklara yasa tarafından kaldığı, yani çocukların mirastan yoksun bırakılamadığı ülkelerde, çocuklar, evlenebilmek için ana babalarının iznini elde etmek zorundadırlar. Miras kalacak bir şeyleri bulunan sınıflar içinde evlenme özgürlüğü yok diyebiliriz.
Ataerkil aile ve ondan da çok, tek eşli olan bireysel aileyle birlikte, her şey değişmiştir. Ev yönetimi, kamusal niteliğini yitirmiş bu iş artık toplumu ilgilendirmeyen ve özel bir hizmet haline gelmiştir. Toplumsal üretime katılmaktan uzaklaştırılan kadınsa aile de bir baş hizmetçi olmuştur. Aile içinde, erkek, burjuvadır; kadın, proletarya rolünü oynar. Kadının kurtuluşunun ilk koşulu, bütün kadın cinsinin yeniden toplumsal üretime dönmesidir ve bu koşul, karı-koca ailesinin, toplumun iktisadi birimi olarak ortadan kaldırılmasını gerektirir. Sonuç olarak tek eşlilik, önemli servetlerin bir elde -bir erkek elinde- toplanmasından ve bu servetlerin, başka hiç kimseye değil, bu adamın çocuklarına kalması isteğinden doğmuştur.
Yazı; Yeni Demokrat Gençlik dergimizin 17. sayısında yayımlanmıştır.