Özgürlük, demokrasi ve örgüt/örgütlenme kavramları, sınıf örgütlenmeleri var olduğundan bu yana gündemimizde olan meseleler arasındadır. Özgürlük, demokrasi ve örgütlenme kavramlarına aradan geçen zaman ile birlikte atfedilen değerin farklılaşması, beraberinde onlara yönelik tartışmaları da derinleştirmiştir. Günümüzde örgütler; etkili bir faaliyet yürütmek, kalıcı örgütlülükler kurmak, kadrolarını kademe kademe ileriye taşımak istiyorlarsa eğer, bu kavramlar üzerine kalıplaşmış yargıların ve tanımlamaların ötesinde fikirler ortaya koyup bunu uygulaması gerekmektedir. Aksi durumda istikrarlı bir süreç örgütlenemez, faaliyetçilerinde değişimler sıklıkla yaşanır. Çünkü özgürlük, demokrasi, örgütlü olmaya dair yanlış temelde çözümleme yapmış bir örgütte ve/veya devrimci öznelerin bilinçlerinde bu kavramların yanlış bir şekilde yeşerdiği durumlarda örgüt ve özne arasında görünmeyen duvarlar bulunur. Özne kendi örgütünü sahiplenme de problem yaşar, bir türlü kişi içerisinde bulunduğu örgütün kendisine de ait olduğunu fark edemez.
Özgürlük, demokrasi ve örgütlenme kavramları bir birleriyle çatışık gibi görünse de aslında bundan daha çok birinin varlığında ötekine muhtaçlık bulunur. Biri olmadan öteki de olamaz. Özgürlük; demokrasi ile sınırlandırılmış olsa da birey, vicdanı hürriyetinden demokrasinin uygulanmasıyla ödün veriyor olsa da özgürlük yalnız başına düşünüldüğünde savrulmaya dönüşür, demokrasi ile birlikte kendi anlam ve değerini bulur. Demokrasi ise tam bir özgürlük alanı değildir ancak demokrasinin gerçek bir demokrasi olabilmesi için özgür düşünüş, hür irade olmazsa olmazdır. Örgütlenme ise bu kavramların biraz daha dışında yer alır. Kişi örgütlenme ile birlikte bireysel özgürlüğünden, kendi biricikliğinden taviz verir. Bu taviz örgütlü yaşamdan daha önce kolektif yaşam ile açıklanmalıdır, örgütlülük de kişinin kendi “gönlünün istediği halde” yaşayamıyor oluşu biraz daha net görünür. Bir araç olarak örgüt ve örgütlenme durumuna kaba tanımdaki şekliyle; ortak bir amacı bir araya gelerek gerçekleştirme eylemi olarak düşündüğümüzde, amacımız olan özgürlük ve eşitliği tam anlamıyla gerçek kılabilmek için kendimizden ödün vermek de zorunluluktur.
Yeni Demokrat Gençlik olarak, kendi örgütlülüklerimizde ve yoldaşlarımızda yazıda bahsi geçen kavramlara ilişkin oldukça yoğun tartışmalar yürüttüğümüzü söyleyebiliriz. Bu tartışmaların bir yönünü, yaşanılan sürecin eleştirel tutum takınmadaki eksikliğimize dair bilince çıkarttığımız farkındalık oluştururken önemli bir yönü de bu kavramların uygulanmasındaki örgütsel boşluklarımızın (bahsi geçen boşluklar bu yazının konusu olmaması vesilesiyle genişletilmemiştir) henüz giderilmiş olmamasından doğmaktadır.
Mevcut olana yönelik eleştiri elbette yapılmalıdır, hatta bunun verimli olabilmesi için eleştirilerimizi derinleştirebilmeliyiz. Fakat bazen eleştiri yaparken şu yanlışa düşebiliyoruz; kendimizden bağımsız bir örgüt çizip, çok uzaktaki bir şeyi eleştiriyormuş gibi bir tavır takınabiliyoruz. Oysaki eleştirenin kendi bulunduğu örgüte yönelik yaptığı eleştiriler, aynı zamanda kendine dair de görev ve sorumluluk yüklemektedir. Eleştirirken bizdeki durum daha çok eleştiri kısmında olmak ancak kendimizi bu eleştirilerden çıkan görev ve sorumluluğun dışında görmek şeklindedir. Kişinin kendi içerisinde yer aldığı örgüte yönelik getirmiş olduğu her eleştiri, kendinin de çabasıyla, görev ve sorumluluğuyla üstesinden gelinebilir. Unutulmamalıdır ki “hiçbir şey dışarıdan düzeltilemez”. Eleştiriyi yapan için eylem, eleştiri zaten esas iş ve kişinin mahareti eleştirerek hepimizin de görmemizi sağladığı sorunun veya o soruna bağlı bir yansımanın çözümü için ortaya koyduklarındadır. Örgütsel açıdan da bugün ihtiyacımız olan eleştiri-eleştiri daha çok eleştiri değildir. Çabamızı ve enerjimizin büyük bir bölümünü gerek çevremizin gerekse de yoldaşlarımızın ortaya koyduğu hali hazırda var olan sorunların çözümü için harcamaktır. Eğer bir yandan sorunların doğru bir şekilde ortaya konulabilmesi için çaba sarf eder bunun devamında onların çözümü için kafa yorup harekete geçersek ilerliyoruzdur, aksi durumda ilerlemek yeri- ne yerinde sayma ile karşılaşırız. Burada tüm yoldaşlarımızın güven duyması gereken şey şudur, sorunlara dair her yoldaşımız tarafından benzer düzeyde bir farkındalık bulunmaktadır. Bundan kaynaklı diğer bir adım olarak artık örgütsel sorunlarımızın çözümü açısından eyleme yönelmek zorundayız. Meseleyi YDG’den düşündüğümüzde her yoldaşımızın bu konuda eş bir sorumluluğa ve yetkiye sahip olduğunu belirtmemiz gerekir. Bundan kaynaklı “ben yalnızca eleştiririm; değiştirmek veya değişmek başkaları (görece daha deneyimli olanlar)nın işidir” düşüncesinden sıyrılmamız gerekir. Örgütlülüklerimizde bir şeyleri değiştireceksek hep birlikte, kolektif olarak yüklenmemiz, kendimize de pay çıkartmamız doğru olandır.
Bunun dışında meseleleri yorumlarken toptancı bir yaklaşım da getirdiğimiz eleştirilerin sübjektif olmasına neden olabiliyor. Örgütümüzün geçmiş pratiklerine baktığımızda ya da daha yakın süreç içerisinde gerçekleşen bazı pratiklerine baktığımızda tamamen kötü ya da tamamen iyi olarak yorumlaya- biliyoruz. Burada fark ettiğimiz negatif ya da pozitif bir parçaya algısal bir yanılsamaya düşerek onun bütününü negatif ya da pozitif olarak görüyoruz (Hale Etkisi). Bu durum, sorunlu olarak gördüğümüz şeylerin çözümü için yine aynı sorunlu şeylerin içerisinde var olan çözüm noktalarına odaklanmamızda bizi engelliyor. Tersinden, anda iyi olarak değerlendirdiğimiz bazı şeylerin içerisinde saklı olan sorunlu yapıların ilerde neden olabileceği problemleri görmemizi zorlaştırıyor. Bu açıdan her olayı, kendi özgünlüğü içerisinde bütünlüklü olarak değerlendirmemiz ve tarihsel bağlamından kopartmadan yorumlamamız ve böylece bazı sonuçlar çıkarmamız doğru olacaktır. Sorunlara böyle yaklaştığımız sürece, basit ve anlık eleştirilerden de uzak durmuş olacağız. Problemini algıladığımız şeylerin üzerine daha kapsamlı olarak eğilerek anda nasıl yaşandığına, nasıl yaşanabileceğine dair düşünüp, günümüze kadar benzer sorunların nasıl yaşandığına ve nasıl çözümler getirildiğine dair mevcut olan bilimsel bilgi birikiminden de faydalanarak sonuçlar çıkartmalıyız. Böyle yaparak kendi niteliğimizi geliştirmiş örgütümüzün de gelişimine katkı sunmuş oluruz.Ancak yine aynı nedenden yani eleştirenin, çözüm yerinden kendisini azade görüşünden kaynaklı, eleştirdiği konulara dair yoğunlaşmadaki zorunluluğu görme problemi yaşanıyor. Eğer gerçekten inanarak kendimize dair sorumlulukları da gördüğümüzde yoğunlaşma da beraberinde gelecektir.
Bu çerçeve de düşündüğümüzde, bir eleştiriyi yaparken o eleştiriyi neden yaptığımızın üzerin- de gerçek manada durmamız gerekiyor. Eleştirideki amacımız en geniş ve dolaylı haliyle; halka hizmet ve bu bağlamda örgütlülüklerimizi bir adım daha ileriye taşımaksa eğer niyet ve duruşumuzun da buna uygun olması gerekmektedir. Biz eleştiri getirip çözüme yoğunlaştığımız oranda örgütümüz ve tek tek yoldaşlarımız gelişecektir. Olay aslında bu kadar sade, istediğimiz ve amaçladığımız da zaten bu değil mi?
Bu durumun nedenlerinden biri de örgütlendikten sonra, örgüte ve örgütlü yaşama dair düşüncelerimizdeki değişimden kaynaklanmaktadır. “Örgütlüyüz ancak örgütün sorunlarının veya yetmezliklerinin bir parçası değiliz” vb. algılar örgütlü yaşamın yanlış anlaşıldığının göstergelerindendir.
Hiçbirimiz “Vay be! Şu Marksizm ne de güzel felsefik bir akımmış” deyip sosyalist düşüncenin benimseyini ve bu düşüncenin gerekliliklerini uygulamaya çalışanı olmuyoruz. Birçoğumuz gündelik hayatın basit, sıradan çarklarına öfke duyarak, devamında onu değiştirme isteğiyle birlikte devrimcileşiyoruz. Yani devrimcilik meselesine, esasen bireyin içerisindeki bir itki kaynaklık ediyor. Burada örgütlendikten son- rada bu itkinin devam etmesi gerekir. Örgütümüz içerisindeki sorunlarla mücadele ederken de devrimciliğimizin devam ettiğini görmeliyiz.
Örgüt ve onu oluşturanlar arasında karşılıklı bir etkileşim, hatta bundan daha fazlası örgüt/örgütlü birey ve çevrenin karşılıklı etkileşim hali bulunur. Her devrimci özne bulunduğu yapı içerisinde, kendini örgütlülüğün bir yerine koymaktadır. Burada devrimci öznenin yaşam tarzında ve düşünüşünde örgüt ile kendi arasında etkileşimsiz, geçirgen olmayan, birbirinden bağımsız yerlerde duran bir olay canlanıyorsa, problemli bir ilişkilenme tarzı mevcuttur. Oysaki var olan karşılıklı olarak birbirini besleme-geliştirme durumudur. Örgüt bir yerde devrimci özne başka bir yerde değildir. Devrimci öznenin örgütlülüğü geliştikçe; örgütte devrimci öznenin rolü, devrimci öznede de örgütlülük daha fazla vücut bulur.
Burada tartışmanın başına dönecek olursak, özgürlük, demokrasi ve örgüt kavramlarının, örgütlü olan kişinin örgütlü yaşamının olmazsa olmaz parçasıdır. Örgütlü olan, özgür düşünen ve demokrasi ilkelerine göre hareket eden bir anlayışın oturmasıyla aidiyet veya kendini dışında görme sorunu büyük ölçüde çözülecektir. Bu açıdan örgütsel olarak ihtiyacımız olan şey; her yoldaşımızın kendini, kendi örgütlülüğünü, örgütümüz içerisindeki misyonunu daha fazla bilince çıkarmasıdır.
Yeni Demokrat Gençlik 12. sayısında yayımlanmıştır