Ekonomik krizin her geçen yıl kendisini daha fazla hissettirdiği, bununla paralel sosyal ve psikolojik sorunların da büyüyerek arttığı bir dönemde yaşıyoruz. 2019 yılı sonunda ve geçtiğimiz Ocak-Şubat aylarında ülkede gerçekleşen intihar vakaları her birimizin yaşamında infial etkisi yaratmış bulunuyor. Ve bu intihar vakaları, gün geçtikçe artan bir boyuta ulaşmış durumda. Bir intihar haberi daha almadığımız gün olmuyor. Bu intiharlar, yer yer “haber değeri” taşımaz hale geliyor.
İnsanların yaşamla bağlarını kesebilecek düzeye geldiği bir durumda, bu sonucun sebeplerine dair birçok kesim tarafından çeşitli tartışmalar yürütülüyor. Egemenler, çeşitli mecralardan sıkça “kendi kişisel sorunları vardı!” vurgusu yaparken, devrimci-demokrat kamuoyu tarafından da belirli yaklaşımlar öne çıktı. Şili’de bir duvar yazısında yer alan “Depresyon Değil Kapitalizm” vurgusu bunlardan en öne çıkanı oldu. “Depresyon değil kapitalizm” şeklinde çevrilen duvar yazısı aslında tek başına insanların yaşadığı depresif durumların kapitalizmden kaynaklandığına yapılan bir vurgu değil. Kapitalizmin kendi işleyişi içerisinde depresyon yani kriz hallerinden asla azade tutulamayacağını da anlatmaya yarayan bu söylem ile aynı zamanda insanların yaşadığı depresyon ile kapitalizm arasındaki bağa ironik şekilde vurgu yapılmak istenmiştir. Ancak genelde bu duvar yazısı tek yönlü, insanların yaşadığı depresyon ve kapitalizm ilişkisi üzerinden ele alınmaktadır. İntiharlarda kişisel sebeplerin varlığı, bunların ne olduğu, neden ortaya çıktığı karşılıklı polemikler halinde, çeşitli biçimlerde ortaya konuldu. Bugün herhangi bir “şeyi” de tartıştığımızda çok farklı yorumlarla karşılaşabildiğimiz gibi burada da böyle bir mozaiğin bulunduğunu söyleyebiliriz. Mozaik kavramı kimileri açısından farklılıkların varlığını ifade etse de, bugün geldiğimiz aşamada açık bir şekilde ifade edilebilir ki tüm toplum açısından buzlanmayı ifade ediyor. Toplumun tüm kesimlerinin manipülasyonlar üzerinde apolitik bir çizgiye taşınmaya çalışıldığı bir ülkede sebep-sonuç diyalektiğini alt-üst eden çokça yaklaşımın kendisini göstermesi tam olarak bu şekilde ilerliyor.
Buradan doğru sadeleştirmeye gitmenin bizler açısından faydalı olacağı görünüyor. İntiharlarda öne çıkan birçok şey göze çarpıyor; ekonomik sorunlar, sosyal sorunlar, psikolojik sorunlar olarak ifade ettiğimizde genel bir bakış oluyor. Özel olarak ifade etmek gerekirse depresyon, major depresyon, obsesif kompülsif bozukluk anksiyete (kaygı bozukluğu) vb.(1) psikolojik sebepler olarak ifade ediliyor. Akran zorbalığı, sosyal tecrit, iktidar ilişkileri, toplumsal travmalar, cinsel saldırı yine bu durumlara yol açan öne çıkan sebepler arasında yer alıyor. İşsizlik, gelir yetmezliği, barınma sorunu, mobbing gibi ekonomik sebeplerin de tüm etkenleri tetikleyebilen bir yerde durduğu gözüküyor.
İntiharlar, egemenler ve onların kurumları tarafından yapılan en derinlikli yorumlamalarla, intiharlara yol açan bu durumlar; yukarıda ifade ettiğimiz tekil sebeplere indirgenmeye çalışılıyor. İntiharların şu ana kadar böyle ele alındığını sıkça görmüş bulunuyoruz. Hatay Valiliği önünde kendini yakan Adem Yarıcı “Çocuklarım aç, iş istiyorum anlamıyor musunuz!” diye intihar ederken; eşiyle ayrılmasının intihar gerekçesi gösterilmesi ve Sibel Ünli’nin ekonomik-sosyal birçok sorunla baş etmek zorunda olmasına rağmen “kişisel problemleri vardı!” yaklaşımı meselenin esasına dokunan, çözüm arayan bir yaklaşımdan ziyade üzerini kapatmayı hedefleyen bahsettiğimiz tavrın örneklerini oluşturuyor.
Tüm bu etkenlerin arasında ciddi bir bağ bulunuyor
Yukarıda ifade ettiğimiz ekonomik-sosyal-psikolojik etkenler birbiri açısından tetikleyici etkide bulunuyor. Son on yılda intihar vakalarındaki ciddi artışın sebepleri arasında büyük oranda ekonomik sorunların tetiklediği bir durumlar öne çıkıyor. Emperyalist-kapitalizmin, neo-liberal politikalarının çöküşü olarak ifade ettiğimiz 2008 krizi sonrasında; ekonomik sorunlarla karşı karşıya kalan insanların bununla paralel sosyal-psikolojik sorunlarının da derinleştiği gözlemleniyor. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) tarafından yayınlanan raporda; dünyada 322 milyon, Türkiye’de ise 3 milyonun üzerinde insana depresyon tanısı konulmuş durumda. Son 10 yıl içerisinde konulan depresyon tanısının yüzde 8.4 oranında artış gösterdiği ifade ediliyor. Türkiye Psikiyatri Derneği Genel Başkanı Prof. Dr. Ömer Böke’nin verdiği rakamlara göre, 2007 ile 2017 yılları arasında düzenli bir artış göstererek 10 yılda anti-depresan satışı 2.25 kat artmıştır.(2) British Medical Journal’e göre, 2009 yılında 54 ülkede kriz bağlantılı intihar vakaları yüzde 3,3 arttı. Bu oranlar işsizliğin çok daha fazla olduğu ülkelerde çok daha yüksek oldu. (aktaran M. Durmuş)(3) Bu veriler ekonomik sorunlarımızın yaşamımıza etkisi açısından oldukça çarpıcı gözüküyor.
Buradan doğru açık bir şekilde ifade etmek gerekiyor ki, intiharların kişilere özgü sebepleri bulunmakla birlikte, insanları şekillendirenin içerisinde bulunduğu yaşam koşulları olduğu göz önüne alındığında; toplumu şekillendirme çalışan egemen sistemin bu olgular üzerindeki etkisi gün gibi ortadadır. İnsanın yaşamla bağlarını zayıflatan, insanı insanlık dışı koşullarda yaşamaya, yaşamını bu zeminden inşa etmeye zorlayan egemen sistem, insanın kendisi ve çevresiyle kurduğu ilişkiyi uçuruma sürüklüyor. Bununla paralel artan sorunların çözümünü ise insanların kendisine bırakıyor. Toplumu da böyle şekillendirip yönlendirerek aslında toplumsal olan bu hastalıkların çözümünün toplumsal kısmını görünmez kılarak sorumluluğu kişinin omuzlarına yıkıyor. Toplumdan; çözüm noktasında “işi uzmanlarına bırakmaları” telkininde bulunarak kişiyi yalnızlaştırmalarını istiyor, bunu dayatıyor. Sorunların çözülmemesi, kendisi açısından önemli olmasa da; egemen sistem depresyona giren ve intihar eğilimi güçlenen kesimleri kendi haline terk ederek, onu hemen “ıskartaya çıkarmıyor”. Aksine bu durumundan faydalanarak bir sektör oluşturuyor, ilaç ve tedavi süreçlerini kâr elde edebileceği bir sektöre dönüştürerek tam iyileşme yol ve yöntemlerini karartıyor. Bir yandan da kısmi iyileştirmelerle topluma bir şekilde adapte etmeye çalışarak bu kesimlerin işgücünün niteliğini korumaya çalışıyor.
Kapitalizmin içerisinde bulunduğu krizi emekçilere yıkma çabası ise bu sürecin alternatifler ortaya çıkarılmadıkça daha fazla derinleşeceğini gösteriyor.
Ekonomik sorunlarından kaynaklı yaşamını idame ettiremeyen, her gün farklı ekonomik sorunlarla uyanan milyonlar için Psikolog Deniz Sevimli “Bireyler, iş bulamama kaygısı içine girer. İşi olan bireyde işten çıkarılma kaygısı ile birlikte korku, öfke, şüphe ve nefret gibi birtakım duygular baş gösterir. Ailenin geçimini sağlayan bireylerde bu duygular daha baskın olur”(4) diyor. Önümüzdeki dönemde ekonomik-sosyal sorunların artarak büyüyeceği düşünüldüğünde psikolojik yansımalarının olumlu olmayacağı öngörülebilir.
Kapitalizm kriz ve yıkım getiriyor
Kapitalizmin yeni tip koronavirüs (Covid-19) ile birlikte; ekonomide yaşadığı kriz hali, şimdiden milyonlarca insanın işsiz kaldığını, temel ihtiyaçlarını karşılayamaz hale geldiğini gösteriyor. Milyonlar açısından artan işsizlik, açlık, sosyal tecrit ise kendisiyle birlikte birçok sorunu beraberinde getirecek gibi. Kapitalizmin neo-liberalizmle birlikte her geçen gün geleceğimizi ipotek altına alan politikaları, sorunlar yığını olarak insanların yaşamla bağını kesen en önemli etken durumundadır. Buradan doğru kapitalizmin ve neo-liberal politikalarının insan yaşamında oluşturduğu hasar oldukça büyük boyuttadır. Derinleşen ekonomik ve sosyal krizlerin sonuçları yaşamımıza yansımaları düşünüldüğünde önümüzdeki süreçte koşulların iyiye gideceğini düşünmek saflık olur.
Tüm bu sorunların kapitalizmle ortaya çıktığını ifade edemeyiz. İntihar vakaları sanayi devrimi sonrası kapitalizmle birlikte ortaya çıkmamıştır. Ancak sosyal ve ekonomik koşulların ne kadar büyük bir etken olduğunu ortaya koymak gerekiyor. Ve kapitalizm krizleri ezilenlere yıkımdan başka bir şey getirmiyor.
Yaşamla buluşan bir alternatif mümkün
Bu sorunlarla karşı karşıya kalan milyonlarca insan açısından çeşitli duygu durumları açığa çıksa da milyonlarca insan açısından kıvılcımı bekleyen bir fitil olduğunu ifade etmek gerekiyor. 2019 yılında dünyanın dört bir yanında boy veren isyanlar bu durumun yansıması alıyor. İnsanın yaşama arzusu gördüğü bir umut ışığı karşısında çoğu şeyi göze alarak içerisinde bulunduğu koşulları değiştirme çabasında buluştuğu birçok örnekle kendisini gösterdi.
Yine geçtiğimiz yıl birçok kanaldan ifade edilen dayanışma vurguları, bugün birçok alanda örgütlenmeye çalışılan dayanışma ağları olarak alternatif yaratma çabalarının yansıması oluyor. Bu dayanışma ağları ekonomik sorunlarımız karşısında dayanışarak kısmi çözümler üretse de esas olarak sosyal tecrit, yalnızlaşma haline karşılık önemli bir çözüm merkezi olabiliyor. İnsanların kendi sorunlarını, kaygılarını, özlemlerini ifade edebileceği, bunlar için birlikte mücadele edeceği bir kanal halini alıyor.
Johann Hari’nin Kaybolan Bağlar kitabında tam da bu çabaya uygun bir örnek bulunuyor. Yaşanmış ve hala incelenmeye devam edilen bir olayı, kitabının sayfalarına taşıyor Hari “Bu şehri biz kurduk” bölümünde*. Dayanışmanın, paylaşımın yaşamımıza etkilerini gösteren önemli bir örnek veriyor. Bu örnekte insanların birbirleriyle temas kurması ve ardından sorunlarına çözüm aradığı bir çadırla başlayan ve meşru birçok mücadele biçimi kullandıkları araca dönüşen bir seyir izliyor. Kapitalizmin yaşamımızın her alanını talana ve sömürüyü daha fazla arttırmaya yöneldiği bu süreçte yeni araçların inşası ve çözüm çabası; intiharlar başta olmak üzere ekonomik, sosyal, psikolojik onlarca sorunumuz için bir çözüm iradesi oluşturuyor. Sistem içinde gerçekleştireceğimiz pratiklerin engellerle karşılaşacağı ve eşitsiz koşulların değiştirilme zorunluluğu, sistemin köklü bir şekilde yıkılıp yeniden inşasını hedeflerken, bu gibi örneklerle özlemini ve ihtiyacını duyduğumuz dünyanın ön adımlarını bugünden inşa etmemiz gerektiğini hatırlatıyor.
Hem kendimiz hem de içinde bulunduğumuz toplumun sorunlarına çözüm arayışımızda birlikteliğimizin yıkıcı ve yaratıcı gücünü görebileceğimiz bu araçlar inşası, ezilenlerin alternatif arayışında birbirimize dayanacağımız çalınan, gasp edilen hayat bağlarımızı yeniden kurabileceğimiz kanal olabilir.
Kaynaklar ve okuma önerileri
Yeni Demokrat Kadın 10. Sayı. “İntihar eden kim ölen kim?”
Kaybolan Bağlar Johan Hari
Duvar Dibi dergisi sayı 39
Salgının bize söylediklerini işitmek istiyor muyuz-Erdoğan Özmen
https://www.birikimdergisi.com/haftalik/10006/salginin-bize-soylediklerini-isitmek-istiyor-muyuz
(1) Özel olarak son dönemde gerçekleşen intiharlarda ifade edilen psikojik etkenler ifade edilmiştir.
(2)https://www-tr724-com.cdn.ampproject.org/c/www.tr724.com/turkiye-depresyonda/amp/
(3)https://sendika63.org/2019/11/intiharlar-issizlik-ve-yoksulluk-569380/
BBC News, “Privatisation ‘raised death r
(4)http://mezopotamyaajansi22.com/tum-haberler/content/view/78443
Yazı; Yeni Demokrat Gençlik dergimizin 15. sayısında yayımlanmıştır.