Homofobi kelime anlamı olarak kısaca eşcinsellere, eşcinselliğe duyulan korku,nefret ve ayrımcılığı içerir. Hemen hemen her zaman her yerde eşcinsellere karşı geliştirilen homofobinin yansımalarını görürüz ya da duyarız. Bu durum bazen sözlü tacizken iken bazense fiziksel müdaheleye kadar gider/gitmiştir. Elbette homofobi doğuştan zihnimizdeki levhaya yazılmış bir davranış biçimi değildir. Homofobinin psikolojik, sosyolojik, ontolojik veya ideolojik birçok sebebi vardır. Sistem bu davranış biçimini çeşitli toplumsal kurumlar vasıtasıyla kontrol eder. Bunların başında “toplumsal cinsiyet” kavramı gelir. Bundan kaynaklıdır ki iğdiş edilmeye değer bir başlık olarak karşımızda durmaktadır.
Toplumsal cinsiyet bizim için erkek veya kadınlar arasında ki biyolojik ve toplumsal farklılıktan ziyade cinsiyet davranışının ne kadar doğal ve doğuştan veya toplumsal ve “erkek” icadı olduğu anlamını taşır. Nihayetinde sistem toplumsal cinsiyeti üretirken kendi konumuna göre “erkek” ve “kadını” şekillendirir. Aksi sistem için tehlike arz etmektedir. İnsanlar bebeklik döneminden itibaren bu şablon içerisinde şekillendirilmeye çalışılır. Erkek bebeklere mavi kız bebeklere ise pembe kıyafet giydirilmesi bunun ilk ayağıdır. Sonra ki çocukluk sürecinde ise erkeğin ve kadının misyonu(!) çok daha aşikar bir şekilde çocuklara edindirilir. İlk oyuncağı silah olan, dışarda ki serbest zaman dilimi kız çocuğuna göre bir hayli fazla olan erkek çocuk şimdiden bu yaşta misyonunu edinir. Tıpkı kız çocuğunun bebekle oynayıp serbest zaman dilimini(!) evde evcilik oynayarak geçirmesi gibi. Okul dönemi ve sonrasıyla beraber sistem çok keskin bir şekilde olmamakla beraber kadınları hemşirelik vb. “hafif” işleri verirken erkeği de yine onun toplumsal konumuna uygun işlere yönlendirir. Sistem böylece kendi bekasını sağlar. Aile ve din kurumlarının devamlılığı ile kadın edilgen hale getirilir. Bu durum sistem için elbette bir emniyet sübabı olacaktır(mevcut toplumsal kurumların sürekliliğini sağlama, kadını ucuz iş gücü olarak istihdam etme, kriz anında ilk atılanların kadınlar olması gibi).
İş hayatında İngiliz işşgücünün %40’ından fazlası kadın olmasına rağmen, onlar ağırlıklı olarak “kadın işlerinde” yoğunlaşmışlardır. Çok az sayıda kadın mesleğinde zirveye ulaşmakta; çok azı mühendislik ve bilim gibi erkek alanlarına girmekte, çok azı yönetim kurulunda yer almaktadır. Kadınlar düşük ücretli, ilerleme fırsatı sınırlı olmayan işlerde, kötü koşullarda çalışırlar ve hatta sendikalar yasaların tanıdığı fırsat eşitliğine rağmen onlara karşı ayrımcı davranırlar( Slattery 2007; 344).
Eşcinseller daha genel de ise eşcinsellik beraberinde getirdiği kültür ile geleneksel toplumsal cinsiyetle oldukça çatışmaktadır. Bundan kaynaklı ki kapitalizm eşcinselliği de kendisine ciddi bir tehlike olarak görür ve ortadan kaldırılması/asgari düzeye indirilmesi için doğrudan heteroseksüellere korku pompalar. Bunu medya, din, okul vb. toplumsal kurumlarla gerçekleştiren sistem eşcinselliği sökülüp atılması gereken –bu olmuyorsa dahi görünmez kılma- bir çıban olarak görmektedir. Kapitalizm bir çarksa şüphesiz ki eşcinsellik kavramı kapitalizmin dişlilerine giren bir çomaktan hiç de farksız değildir. Bundan kaynaklıdır ki homofobiyi de kendi elleriyle yaratır/destekler. Sistemin bu kültüründen nemalanan(!) bizler içimizde ki homofobiyi öldürmeliyiz. Unutmamalıyız ki eşcinsellerin özgürlüğü heteroseksistleri de özgürleştirir.
Kaynakça: Slattery Martin, 2007, Sentez Yayıncılık