1 Mayıs’a kadar sürdüreceğimiz Gençlik Piyasanın Esiri Olmayacak! şiarlı kampanyamızın içerik, amaç ve duyuru metnidir.
Sermayenin halka ve halk gençliğine dönük saldırıları gün geçtikçe artıyor. Egemenler, Filistin’de, Ukrayna’da açığa çıkan savaşlara ve Suriye’de Baas Rejimi’nin devrilmesi sonrası sürece bir fırsat, pastadan pay kapma ve karlı yatırımlar gözüyle bakmaktadır. Milyonlarca insanın acısı, yaşanılan felaketler bir avuç zengin tarafından yatırıma dönüştürülürken, biz milyonlar için ise derinleşen yoksulluk ve artan baskı politikaları olarak yaşanmaktadır.
Gençliğe dönük uygulanan politikalar da eğitimde neo-liberal dönüşüm şemsiyesi altında geliştirilmekte, böylece az sayıda şirket devasa kazançlar elde ederken, milyonlarca genç piyasanın önüne bir bahşiş gibi atılarak kaybeden olmaktadır. Eğitimde neo-liberal dönüşüm, bilindiği üzere YÖK eliyle önce emperyalist efendiler ardından da yerli işbirlikçi burjuvazinin çıkarına göre harfiyen uygulanmaktadır.
Bu neo-liberal dönüşümün büyük saldırılarından biri, hatırlanacağı gibi 2010’lu yılların başında “Yeni YÖK” ile hayatlarımıza girmişti. Bu düzenlemeye göre üniversitelerin yönetimlerinde sermaye grupları daha fazla söz sahibi olacak, yapılan “bilimsel” araştırmaları yönlendirecek, tekno-kent tekno-parklar yoluyla da sanayi-piyasa dünyasıyla üniversiteler kaynaştırılacak ve üniversitelerin sermayeye eklemlenecek dallar haline getirilmesi süreci başlayacaktı. Araştırma üniversiteleri kurularak da bu süreç allanıp pullandı.
Gelinen aşamada sermayenin üniversitelere dönük piyasalaştırma saldırıları YÖK tarafından daha çıplak bir şekilde devreye sokulmaktadır.
Öyle ki, bir gencin kendini değerli hissetmesinin tek koşulunun; çalışanı olduğu şirkete ne kadar faydalı olduğuyla, ona ne kadar kar getirdiğiyle doğru orantılı olarak gelişeceği kanıksatılmaktadır. Böylesi bir eğitim modelinde, toplumsal düşünen bireyler, kendi çıkarlarının toplumsal çıkarlarda olduğunu bilen, ‘başkasının’ acısıyla üzülen ‘ötekinin’ sevinciyle mutlu olan bireyler değil; kendi çıkarını şirketlerin çıkarına bağlamış ve bunun dışında hiçbir şey göremez olan nesiller yetiştirilmeye çalışılmaktadır. Bu yolla toplumu oluşturan bireyler; toplumdan kopartılacak, büyük yığınlar içerisinde derin yalnızlıklar yaşayacak, gerçeklikten izole edilmiş yaşamlar sürdürecek ve çürüme toplumsallaştırılacaktır. Sermayenin bizim için uygun gördüğü ve siyasi iktidarın kalıba döktüğü bu yaşam biçimi; onların saldırıları karşısında yapayalnız, biçare ve savunmasız olma halinden başka bir şey değildir. Bu saldırı sürecine biraz daha yakından bakalım.
23 Aralık 2024 tarihli Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Yükseköğretim Meclisi İstişare Toplantısı’nda YÖK Başkanı Erol Özvar’ın dediklerine bir göz atalım: “Rektörlerden ve mütevelli heyetinden istirhamımız gerek sağlık gerek mühendislik, gerek sosyal bilimler alanında artık mezununa bir iş verme, kazandırma imkanı kalmamış, bu türden yetenekleri mezunlarına veremeyen programların bir an önce tespit edilip, yerine iş dünyasının, özel sektörün beklentilerini karşılayacak, beceriler ihtiva eden programlar ihdas etmeleri ve tasarlamalarıdır.”
21 Ekim 2024 tarihinde ise yine Özvar Yükseköğretim Kurulu 2030’a Doğru Türk Yükseköğretim Vizyonu’nu Diyarbakır’da tanıtırken şu sözlerle bu vizyonun temeline işaret etmişti: “İşgücü piyasalarında istihdamı kolaylaştıracak, sektörün beklentilerini karşılayacak programların sayısının ve kalitesinin artırılması, istihdama duyarlı olmayan programların tasfiyesi…”
YÖK’ün üniversiteleri piyasanın taleplerine göre dizayn etme arayışı soluksuz bir şekilde imzalanan çeşitli protokollerle de devam ettiği görülmektedir.
13 Ağustos 2024 tarihinde Yükseköğretim Kurulu ile Ticaret Bakanlığı’nın İhracat Eğitimine dönük Stratejik İş Birliği için imzalanan protokolün amacı şu sözlerle özetlenmişti: “İş dünyamızın ihtiyaç duyduğu nitelikli insan kaynağını yetiştirmek ve bu kaynağın ihracat alanında ülkemize katma değer sağlamasını temin etmek.”
16 Aralık 2024 tarihinde Yükseköğretim Kurulu ile Kültür ve Turizm Bakanlığı arasında imzalanan iş birliği protokolünü tanıtırken Özvar yine şöyle diyecekti:
“Bu protokolün, mezunlarımızı iş gücü piyasasına en iyi şekilde hazırlanmalarına ve sektördeki nitelikli eleman ihtiyacının karşılanmasına önemli bir katkı sağlayacağına inanıyorum.”
YÖK bu ve benzeri protokoller, anlaşmalar ve vizyonuyla adeta genç nesilleri piyasanın hizmetine sunma niyetinde olduğunu gözler önüne sermektedir. Ağızlarında geveledikleri, “piyasa, sektör, sermaye, iş dünyası” gibi vurgularıyla koca bir gençliğe baktıklarında gördükleri tek şey; şirketler için gençliği kar getiren bir araca nasıl dönüştürebiliriz olmaktadır. Her türlü toplumsal düşünüşten uzak, piyasanın kar etme arzusunun dişleri arasında ezilme kabulüyle bencilleştirilmiş bir gençlik yaratmayı düşünmektedirler. Onlar için iyi bir genç, şirketlerin çıkarına hizmet etmeyi canı gönülden isteyen bir karakter kazandırılmış, hayır demeyi, itiraz etmeyi bilmeyen bir genç demektir. Onlar için halk gençliğinin tek değeri piyasaya hizmet etmesinden gelmektedir ve bu bakış açılarını tüm bu saldırılarıyla bizim de içimize yerleştirmeye çalışmaktadırlar.
Bugün benzer saldırılar dünyanın dört bir yanında sürmekteyken, gençliği daha büyük bir esaret altına almak için ideolojik-kültürel alanda da bir dizi dönüşümle bu saldırıların etkisini büyütmek istemektedirler. Bunun için ırkçılık, şovenizm, erkek egemen anlayış, LGBTİ+ düşmanlığı, göçmen karşıtlığı gibi bir dizi halk düşmanı söylem ve politikalar sadece medya ve sağ siyaset üzerinden devreye sokulmamaktadır. Bunun tesirini büyütmek için kurtarıcı rollerine soyunmuş medyatik büyük patronlar da bir şaklaban gibi söylev vermektedirler. Silikon Vadisi efendileriyle birlikte yerli ve milli savaş patronları gençliği popülist söylemlerle uyuşturmaya çalışmaktadır.
Bugün üniversitelerde verilen uydurma teknoloji panelleriyle, teknofestlerle gençliğe tekno-milliyetçilik düşüncesinin içerisine gizlenmiş sömürgeci akıl empoze edilmektedir. Böylece gençlik, piyasanın ve onun hizmetindeki devletin saldırılarına karşı savunmasızlaşacaktır.
9 Şubat 2025 tarihinde duyurulan Yükseköğretimde Uluslararasılaşma Strateji Belgesi’nde; onların gözünde teknoloji veya bilim için gençlik ne anlam ifade ediyormuş bir bakalım: “Özellikle yüksek teknoloji, mühendislik, tıp ve fen bilimleri gibi stratejik alanlarda uzmanlaşmış uluslararası mezunlar Türk üniversitelerine ve sanayiye kazandırılacak”
Bir hammaddeden bahsediliyormuş gibi bahsedilen şey bir bütün gençlik ve hayatlarımızdır. Piyasa ve onun hizmetindeki üniversite yönetimlerinin gözleri bizi, sanayinin bir girdisi gibi görmekte, dahası bizim kendimize baktığımızda da gördüğümüz şeyin o olmasını istemektedirler.
Bugün dünyanın dört bir yanında ve ülkemizde gençliğin toplumsal olarak duyduğu rahatsızlıkların, yalnızlıkların, sorunların, çaresizlik hissinin geleceksizliğin kaynağında işte bu piyasacı dönüşümle karakterize edilmeye çalışılan gerçeklik yer almaktadır. Bu gerçekliği değiştirmeden hayatımızdaki sorunların da değişmeyeceğini bilmeliyiz.
Sermayenin gençliğe adeta bir köle muamelesi yaparak, her şeyinden her an yararlanma isteği elbette sadece üniversite yıllarından itibaren şekillenmiyor. Lise çağındaki öğrencilerin milyonlarcası MESEM’ler eliyle sermayenin ucuz – güvencesiz iş gücüne dönüştürülmüş durumdadır. Haftanın 5 günü çalışan, ve çok kısa bir süre eğitim alan öğrenciler yok pahasına, asgari ücretin kat be kat altındaki bir ücrete çalışmaya mahkum edilmiştir. Daha ilk gençlik yıllarında, hayallerimiz ücretli kölelik sisteminin ve ucuz iş gücünün sınırlarıyla örülmek istenmektedir. Tüm topluma yayılan derin yoksulluğa alıştırılmaya ve onu kabul etmeye daha biz 14lü yaşlardayken başlamaktadırlar. Sistem,MESEM’ler eliyle halk gençliğinin büyük çoğunluğu için asgari ücretle kalifiye işçilik dışında hiçbir şey vaad etmediğini ilan etmektedir. Güvencesiz çalışma koşulları da cabası… İşçi ölümlerinin “doğallaştırıldığı” günümüz Türkiye’sinde, 2024 yılının Haziran ayına kadar bilinen 9 çocuk işçi-öğrenci ölümü gerçekleşti, bu tarihten itibaren de soruna çözüm üreten hiçbir önlem alınmayarak öğrenciler MESEM’lerde yaşamlarını yitirmeye devam etti.
Bugün sadece geleceğimiz liselerde ve üniversitelerde uygulanan neo-liberal dönüşümlerle çalınmamaktadır, ekolojik-emperyal faaliyetlerle bir bütün yaşamlarımız, yaşam alanlarımız da piyasanın kar isteğine terk edilmiş durumdadır. Toplumumuz öncelikle üretimden kopartılarak sermaye saldırıları karşısında savunmasız, seçeneksiz hale getirilmiştir. Devamında ise yabancı şirketlerin yerli işbirlikçileri üzerinden yağmacı madencilik ve enerji üretim faaliyetleriyle doğanın geriye dönüşü olmayacak düzeyde tahrip edilmesine rıza oluşturulmuştur. Geçim kaynaklarından yoksun bırakılan yöre halkları, kısmi-geçici işlerle yaşam alanlarının sonunu getirecek olan bu yağmacı faaliyetler karşısında sessizleştirilmeye çalışılmakta, karşı koyanlar ise yargı ve polis-asker tehditleriyle yüz yüze bırakılarak direnişi kırılmaya çalışılmaktadır.
Ülke arazisinin yüzde 90’ından fazlasının yağmacı faaliyetlere açılması bugün geri bıraktırılmış ülkelerin kaderiymişçesine, emperyalist devletlerin ve büyük şirketlerin lehine hayatlarımıza girmektedir.
İşte bizden beklenen ve hizmet etmemiz istenen şirketlerin özü ve niyetleri budur, bir yanda çıkan haksız savaşlar, diğer yanda delik deşik edilen araziler…
14 yaşındaki liseli bir gencin MESEM projesiyle çalıştırıldığı bir üretim fabrikasında başı makinanın arasında kalarak ya da 15 yaşındaki başka bir gencin alışveriş yaptığı bir pazarda kendi yaşıtı biri tarafından bıçaklanarak öldürüldüğü, 81 yaşındaki hayvan dostu bir kadının, sokak hayvanlarını savunduğu için sosyal medya linçine uğramasının ardından -aynı gün- kendi evinde yanarak can verdiği günümüz Türkiye’sinde 2025 senesi, “Aile Yılı” ilan edilebilmektedir.
Şüphesiz, İliç’te, Bartın’da, Bolu’da, Çorlu’da, 6 Şubat’ta; iş cinayetleriyle, yangınlarla, tren facialarıyla, afetlerle on binlerce ailenin yok edilmesine kılı kıpırdamayan sermaye düzeni ve onun siyasi iktidarı, aile kurumuna çok değer verdiği için böyle bir yılı ilan etmemiştir. Onların istediği; sömürgeci aklın, ve sömürü siyasetlerinin erkek – egemen düzen içerisinde aile yapısı üzerinden devam ettirilmesidir.
Bugün çeteleşmenin özendirildiği, birey olma halinin kutsandığı, bağımlılıkların arttığı, yoksullaşmanın katlanılamaz hale geldiği günümüzde bunların tamamı piyasa düzeninin başka bir deyimle neo-liberal dönemin kaçınılmaz sonuçlarıdır. İstenilen şey ise sermayenin devasa karları karşısında yoksullaşan halkın, yalnızlaşması, hayır diyemeyecek itiraz edemeyecek hale gelmesidir.
Biz bugün yaşadığımız, bireysel gibi görünen ancak toplumsal sorunlardan açığa çıkan problemlerimizin piyasalaşma adı altında bir bir devreye sokulan sermaye saldırılarından kaynaklandığını biliyoruz. Yoksullaşma, geçim derdi ne kadar toplumsal ve sömürü üzerine kurulu bu düzenden kaynaklanıyorsa, büyük kalabalıklar içerisindeki yalnızlıklar da, güvensizlik de, çaresizlik hissi de ya da artan bağımlılıklar da o denli toplumsaldır.
Bu nedenle, halk gençliğini piyasanın önüne atan ve bunu albenili laflarla süsleme gayretinde olan sömürü düzenine karşı mücadele etmek bir zorunluluktur diyoruz.
Bugün gençlik olarak yaşadığımız ve bizi bekleyen sorunlar, gençliğin kendinden doğan, kendiliğinden açığa çıkan sorunları değildir fakat bizzat tarafımızca çözülmek zorunda olan sorunlardır.
Gençlik Piyasanın Esiri Olmayacak şiarlı kampanyamız, halk gençliğinin yaşadığı sorunlara yönelik ve sermaye düzeninin gençlik için biçtiği yaşamın getireceklerine dair bilincini artırmak, bunun bilincinde olanlarla da özgürlüğümüz için örgütlü mücadeleyi büyütmeyi amaçlamaktadır.
İşaret ediyoruz: Yaşadığımız tüm problemlerin kaynağında sömürü üzerine var olan sermaye ve tüm hayatımızı piyasa koşullarına göre dizayn etmeye odaklanmış akıl bulunmaktadır.
Halk gençliğini piyasa dişlilerinin arasında ezilmeye davet eden, tek tek av olmamızı arzulayan bu düzene kaşı bilincimizi kuşanmalıyız.
Hayatlarımızı satın alınan bir nesneye dönüştürmekte olan sermaye düzeninin karşısına örgütlü, devrimci bir mücadeleyle atılmalıyız.
Bu mücadelemizle bir kere daha haykırıyoruz;
Gençlik Piyasanın Esiri Olmayacak
Gençlik Emperyalizmin Askeri Olmayacak
Gençlik Faşizmin Esiri Olmayacak
Gençlik Ataerkinin Kölesi Olmayacak!
Yazı; Yeni Demokrat Gençlik dergimizin 23. sayısında yayımlanmıştır.