AKP’nin öncülü ve daha sonradan AKP’ye katılacak siyasi çevreler, 1999 depreminden sonra devleti yetersizlikle, çürümüşlükle ve yıkımın simgeselliğiyle tanımladılar. Bu yıkımdan yeni bir Türkiye çıkarmak vb. gibi siyasi söylemlerde bulunuluyordu. 1999 senesinden bugüne AKP öncülüğünde gerçekleşen inşaat atılımları, mega projeler, imar afları, kentsel dönüşüm projeleri büyük bir sermaye hareketliliğinin ve semirmiş bir müteahhit kesimin oluşmasında büyük rol oynadı. Arkalarına aldıkları bu furyayla hoyratça genişleyen bir piyasa oluştu. İnşaat, devletin reklam yüzüne dönüştü. Kökü AKP’den çok öncesine dek giden “uyanık müteahhit” tarzı AKP’nin koruması altına alındı ve çeşitli bürokratik/siyasi kolaylıklarla rantın önü açıldı. Bu süre zarfında yaşanan talanın ve oluşturulan sözde yeni Türkiye’nin hikayesine hepimiz bilfiil tanık olduk ve sonuçlarına maruz kaldık.
Bu yüzden, biliyoruz ki, yaşanan Maraş depremi sonrası AKP-MHP faşist bloğunun basiretsiz ve halk düşmanı tutumu her ne kadar kendine has nüanslar bulundursa da, bütünüyle yeni bir durum değil. Şaşkınlık içerisinde kalan egemen sınıflar depremin ardından geçen süre zarfında hiçbir şeyi organize edemedikleri yetmezmiş gibi halka karşı devlet terörü ve şovenizm kartlarını oynadılar. İşte bütünüyle bu durum, T.C.’nin özüne ilişkin bir durumdur. Depremin ardından ilk günlerde siyasi örgütlerin, STK’ların, basının önüne bin bir engel konuldu, yetmedi R.T.Erdoğan televizyonlarda ayan beyan halkı tehdit etti. Ardından açıklanan OHAL ilanının üzerinden çok geçmeden bölgede şovenizm körüklendi, deprem bölgesinde gerçekleşen birçok linç ve işkence görüntüsü ortaya çıktı, cezaevlerinden ölüm haberleri geldi. Depremin yarattığı kaos yetmedi, daha fazla kan ve ölüm için çaba harcadılar, harcamaya da devam ediyorlar.
OHAL uygulamasıyla birlikte, ülke genelinde normal koşullarda yaklaşan seçim gündeminin ve onun yarattığı siyasi tartışmaların altı oyulacak, hatta belki yaklaşan seçimin gerçekliği ortadan kalkacak; bölgedeki yıkımın/enkazın kaldırılması, yeniden inşa edilmesi süreci adı altında bölge, devasa bir yeniden yapılanma sürecine girecek; depremzedelerin akıbeti daha bir yere varmadan, oldubittiyle konutlarına, arazilerine el konulacak, yerleri değiştirilecek; Kent merkezleri başta olmak üzere, kentler topyekün dönüşüme girecek, belirli çevrelere peşkeş çekilecek; Kent merkezleri işçi sınıfının ve emekçi kitlelerin varlığından steril bir biçimde yeniden tasarlanacaktır. Bizler biliyoruz ki, egemen sınıfların telaşı bu fırsatları kaçırmamak üzerinedir. Felaketler kapitalistler için kaçırılmayacak fırsatlardır. Bu yüzden ki “bize bir yıl verin” gibi utanmazca sözler sarf edebiliyorlar! Daha şimdiden AKP’nin beşli çetesi başta olmak üzere, sermayedarlar bölgede peyda olmuştur. İşte sistemin yüzü budur!
Emekçileri mahkum ettikleri sefil düzen, şehir dedikleri beton ormanlar, yine emekçilerin mezarı oldu. Geride kalanların da kanlarını emmek için ellerini ovuşturuyorlar. Dehşet verici yıkımın ardından, kamu oyunda da yükselen huzursuzluğu azaltmak için şimdiden günah keçileri ortaya çıkmaya başladı. Ancak günah keçileriyle tatmin olmamalıyız, suç topyekün sisteme aittir. Muhakkak ki “iyi iş adamı”, “işini bilir” müteahhitlerin bu yıkımda sorumlulukları vardır fakat tüm olan biteni bir avuç insanın üzerine yıkıp, defteri kapatmak düpedüz halkı kandırmaktır, olanlarla alay etmektir. Gerçekleşmesi gereken bu sözde yargılama süreci, eğer kökten ve iyi niyetli ise bile, belediyeler, bürokrasi, kent planlamacılığı, inşaat sektörü vs.; yani bir şehrin oluşumundaki teknik organizasyonu sağlayan özne ya da kurumların üzerine gitmekle yükümlüdür. İşte daha şimdiden bunun önüne OHAL ile ketler vurulmuştur! İşte sistemin yüzü budur!
Irkçılık ve mülteci karşıtlığı burjuva siyasetin her kesiminde kendisini gösteriyor. Bu konuda adeta birbirleriyle yarışıyorlar. Asılsız iddialar ve yalanlarla bölgede linç ve işkence eylemleri organize ediliyor. Irkçı siyasi figürlerden, lümpen çetelere, işkenceci polislerden, medyatik yüzlere hepsi bu konuda üzerine düşeni yerine getirmeye “gayret” ediyorlar. Başta mültecilere karşı olmak üzere, bölgede tarihsel olarak hali hazırda bulunan çeşitli toplumsal gerilimler yeniden yükseltilmeye çalışılıyor. Devlet bunu, OHAL’i ve bölgede TSK’nın varlığını meşrulaştırmak için kullanıyor. Irkçılık, mülteci düşmanlığı, pogromlar ve OHAL’ler aynı canavarın farklı yüzleridir. Bu devlet, sermaye düzeni daha henüz bir kişiyi canlı kurtarmak için enkazların üzerinden bir toz zerresini bile kaldırmadı fakat işkencelerle katliamlar yaparak, darbe havaları estirilerek, depremzedelere küfürler yağdırılarak yaralı ama öfkeli halkın ayağa kalkışını bastırmaya çalışmaktadır. İşte sistemin yüzü budur!
Öte yandan üniversitelerde uzaktan eğitime geçilmesi ve devlet yurtlarının apar topar boşaltılması ile mağduriyet içinde mağduriyet yaratılıyor. Basiretsiz iktidar, zaten zar zor geçinip, yurtlarda kalabilen üniversiteliler üzerinden “dahiyane” planlar üretiyor. Görünen o ki, devlet, üniversitelerde depremle ilgili hiçbir faaliyet olmasını istemiyor. Daha şimdiden politikleşen üniversiteli gençlerin ve üniversitelerin yan yana gelip de alimallah örgütlenmesini istemiyor, enkazın altındaki insanlar gibi ya da onlara yardım götürmeye çalışıp da bir türlü yardım edemeyen çoğunluk gibi biçare, örgütsüz elin kolun bağlı olduğu halin devam etmesini istiyor.
Ancak biz halk gençliği olarak bulunduğumuz her yerde dayanışmayı ve örgütlü yaşamı büyütmeye kararlıyız!
Bizler biliyoruz ki, egemen sınıflar halkın örgütlülüğünden ödü koparcasına korkuyor. Yaşanan bu kaotik dönemde önlerindeki en büyük engel halkın dayanışma gücüdür. Bunu büyütmekle mükellefiz. Yaşanan bu korkunç deprem bizi yılgınlığa ve kaderciliğe itmemelidir. Sorumlu olan, bizi ölüme mahkum ettikleri bu düzendir! Bizler tüm bu enkazı ters yüz etmek, bizi öldüren bu sistemi alaşağı etmek istiyoruz, edeceğiz de!