Ekonomik, sosyal, siyasal ve askeri krizlerin gün be gün tırmandığı bir süreci geride bıraktık. Devletin bir yandan ekonomik krizin faturasını geniş halk yığınlarına ödetmenin hesaplarını yaptığı, bir yandan da asgari ücret zamlarıyla bunun üzerini örtmeye çalıştığı bir dönemi yaşadık. Bugün, Temmuz ara zammının dahi gerçekleşmeyeceğine dönük açıklamalarla ekonomik olarak bizlere daha ağır bir süreci yaşatma planları yapılıyor. Her ne kadar KYK ve burs ücretleri asgari ücretin yanında kırıntı olarak kalsa da halka dayatılmak istenen yoksulluğun en ağır bedelini öğrencilerin daha fazla ödemek zorunda kalacağını biliyoruz. Bir yandan eğitim hayatına devam edip sistemin ihtiyaçlarına, üretimine yanıt olacak “nitelikli” iş gücü olarak yetiştirilirek yine sistemin ihtiyaçlarına yanıt olmamız beklense de tüm bu süreç boyunca müşteri olarak sömürü zincirinin bir halkası olmamız beklentisi-dayatmasıyla karşı karşıyayız.
Part-time öğrencilik kavramının adeta tüm yaşamımızı sardığı bir dönemeçte sınırlı sayıda alanda öğretim gören öğrenciler dışında çok geniş bir toplamın bu statüteye girdiği yahut part time öğrenciliği bırakarak full time işçi olarak yaşamına devam etmek zorunda kaldığı bir dönemdeyiz. Her yıl yüz binlerce öğrencininin kıt kanaat devam ettiği öğrencilik yaşamını artık sürdüremez hale geldiği, ekonomik krizi katmerli bir şekilde yaşamanın yarattığı sosyal psikolojik bir dizi sorunun gün be gün büyüyerek her tarafımızı sardığı bir koşulda gerçekleri konuşmak gelecek arayışımızı güçlendirecektir.
Bugün açısından bir dizi alanda çeşitli saldırılarla sömürüyü katmerlendiren bekasını korumak adına saldırılarını ağırlaştıran fiziki yahut idelojik saldırılarıyla mücadelemizi geriletmeye çalışan bu sisteme karşı gerçekleri paylaşıp devrimci bir yol haritası çıkarmanın zorunluluğuyla karşı karşıyayız. Bugün açısından bu yol haritasının içeriğini derinleştirmeyi pratik ve örgütsel sürecin bir parçası olarak ele alsak da meselenin ideolojik kısımlarına ilişkin bir kapı aralamakta fayda var. Yukarıda kimi sorunları ifade etsek de kaba anlamda ifade ettiğimiz bir dizi başlığı somut deneyimler üzerinden anlatıp zenginleştirsek dahi esas iş gerçekleri değiştirme pratiğinin içerisinde olmaktır.
Kaypakkaya’nın belirttiği gibi “Doğruyu ifade etmekle işin biteceğine katiyen inanmıyorum. Bir devrimci için asıl olan doğruların pratiğe uygulanmasıdır. Çünkü ancak o zaman doğrular, halkın elinde bir silah haline gelir.” (Fırtınalı Yıllarda İbrahim Kaypakkaya, s. 137, Belge Yayınları). Bu açıdan önümüzdeki yaz süreci kampüslerde pratiğe geçmemizin imkanlarını sunmasa da bu dönem öğrenci hareketinin ve kolektifimizin yol haritasını oluşturmak için bir hazırlık süreci olarak görülmelidir.
Siyasal Olarak Güçlü Örgütsel Olarak Dinamik Bir Öğrenci Hareketinin Mimarı Olmaya Hazırlanalım!
Geride bıraktığımız dönemin pratik deneyimlerinin gözden geçirilmesi bu hazırlık açısından bir başlangıç olabilir. Bilindiği üzere 2023-2024 öğretim yılı tüm halkın maruz kaldığı pahalılık zincirinin bir yansıması olarak zamlarla başladı. Yemekhane, ulaşım ve barınma ücretleri birçok yerde 5 katı aşan zamlarla karşılaştı. Bu fahiş zamlar karşısında hızlıca bir dizi eylem ve etkinlikle itirazlar gelişse de gelişen itiraz zamların niceliği ve yapılan yeni ücretlendirmelerle sınırlı kaldı. Kurduğumuz sözlerde, örgütlediğimiz eylem ve etkinliklerde yapılan ücretlendirmenin miktarı ve zamdan ziyade ücretli olmasına ilişkin itirazlar geliştirsek de bu bilincin geniş kamuoyunun ve öğrencilerin sözüne rengini vermediğini kabul etmeliyiz. Durum böyle olunca 15 liralık 20 liralık yemekhane ücretlerinin okul dışındaki beslenme ücretleriyle karşılaştırılmasından benzin-petrol fiyatlarıyla ulaşım zamlarının karşılaştırılmasına varan bir dizi absürt tartışmanın genel atmosferi belirlediğini görebiliriz. Bu durumda çok temel olarak kırıntı düzeyindeki indirim, zamların geri çekilmesi adımlarının bugün açısından temelde parasız eğitim talebi ve mücadelesinin bir sonucu olarak devletin geri adım attığı bir yer olarak değilde doğrudan talep olarak sunulduğu bir dizi örneğin olumsuz sonuçlandığını birlikte gördük. Büyük bir hedef olarak nitelendirilen bu talebin zorunluluk olarak karşımıza çıktığı bir dizi deneyimin yaşandığını ifade edebiliriz. Parasız eğitim hedefinin bilince çıkarılması kitlelerin talep ve mücadeleleriyle buluşturulmasının zorunlu bir şiar olduğunu gördük.
İşsizlik, Liyakat, İstihdam
“Güçlü olanın ayakta kaldığı”, “güçlü olanın zayıf olanı yendiği” bir rekabetçilikle üniversite sınavlarına hazırlanan öğrenciler kampüslerde de rekabetçiliğin başka biçimlerini yaşamak zorunda bırakılıyor. 100 kişinin öğretim gördüğü bir bölümde 10 kişiye alanda istihdam olanağı olduğu iddiasıyla o 10 kişi arasında olmanın salık verildiği bir koşulda, o 10 kişilik kontejyan torpil, sermaye eşitsizliği içerisinde pay ediliyor. Bu sorun karşısında “liyakatsizlik” çerçevesinde çeşitli söylem ve politikalar gelişse de her geçen gün büyüyen diplomalı işsizler ucuz emek gücü olarak sömürülmeye devam etmektedir. Market zincirlerinin diplomalı kasiyerleri, mağazaların diplomalı reyon çalışanları en fazla göze batan örnekler olsada çeşitli iş kolları artık mezun insanların uğrak noktası haline getirilmiş, KPSS umuduyla yaşamlarını sürdürmek zorunda kaldığı adreslere dönmüştür. Burada esasen sorun istihdam alanlarının yaratılması, istihdam koşullarına paralel bir eğitim sistemi planlanmamasıdır. AKP’nin 22 yıldır, “her ilde üniversite” şiarıyla yürüttüğü kampanyanın geldiği aşama kısa vadedeki rant ve talan politikalarına paralel olarak devreye girse de gelinen aşamada istihdam olanağının yaratılmadığı bir tablo karşımızdadır. Bu açıdan istihdam gündemi “kaygı”, “geleceksizlik” başlığı altında dillendirilse de sorunun geldiği aşama itibariyle somut talep ve mücadele biçimleri geliştirmek önümüzde durmaktadır.
Yurt, ev, barınma sorununun geride bıraktığımız süreç içerisinde çeşitli biçimlerde mücadele mevzisine döndüğünü görsek de bugüne dek kampüslerden bu gündemli yükselen mücadelenin sınırlı olduğunu belirtmek gerekir. Aydın Işıklı KYK yurdunda asansör düşmesi sonucunda Zeren Ertaş’ın yaşamını yitirmesinin ardından gelişen eylemler burada özgün bir yerde durmaktadır. Yurtların içinden yükselen sesi ve kampüslerden yükselen sesi ayrıca değerlendirmek gerekir. Bu talebin esasen kampüsler merkezli örgütlenmesinde yaşanan eksikliğin sorunun yerelleşmesinde ciddi bir handikap olduğunu belirtmeliyiz. Bu açıdan kampüsler merkezli bir mücadelenin birçok başlıkta zenginleşmesi ve istikrarlı bir biçimde örgütlenmesi zorunludur. Gündelik biçim ve içerikler bugün açısından sorunun ifade edilmesinden öteye gitmemektedir. Önümüzdeki süreçte kentsel dönüşüm ve deprem gündemleriyle birlikte, halkın da yoğun gündeminde olacak olan bu soruna karşı bütünlüklü bir mücadelenin örgütlenme görevi önümüzde durmaktadır. Bu açıdan çeşitli çevrelerin dar grupçu hareket tarzları göz önünde bulundurulurken bu deneyimlerin yanı sıra birleşik mücadele zeminininde attığımız adımların istikrarsızlığına ilişkin ayrıca bir tartışma yürütmek zorundayız.
İşgal karşıtı mücadele ve anti-emperyalizm
Ekonomik sorunlarımızın yanı sıra egemenlerin kendi arasında yahut doğrudan işgal ve soykırım politikalarıyla ezilen halklara yönelik yürüttükleri haksız savaşların her geçen gün derinleşerek yaşamımızı kuşatmasına karşı halkın doğrudan ya da dolaylı tepkilerinin ve kampüslerden yükselen sesin önümüzdeki süreçte daha gür bir şekilde yükselmesi gerekmektedir. İçeride sermayenin yaşadığı krizin faturası bizlere kesilirken içerde ve dışarda tekeller ve işbirlikçiler, yaşadıkları krizin faturasını halklara kesmeye çalışıyor. Bugün ABD, Rusya, Çin, AB tekellerinin pazar savaşları fiili savaş biçimini almasa da yayılmacı politikaları yer yer fiili yer yer ittifaklar merkezli gerçekleşmektedir. Bu politikanın tezahürü olarak birçok ülke ve bölgede şu an savaşlar devam ediyor. Rojava’da, Ukrayna’da, Filistin’de, Artsakh’da doğrudan işgal biçimlerinde gerçekleşen haksız savaşlara karşı işgal karşıtı, anti emperyalist mücadelenin kampüslerde yükselmesi adına önemli deneyimler bulunuyor. Bugün tüm dünyada Filistin’de yaşanan soykırıma karşı önemli bir ses yükselmektedir. ABD’de ve AB ülkelerinde yasaklara devletlerin İsrail’e olan açık desteğine rağmen fiili meşru mücadele esas alınarak önemli bir karşı çıkış örgütlendiğini görmeliyiz. Filistin’de yaşanan soykırım ve işgale karşı kampüslerden hem TC devletinin İsrail’le işbirliğine hemde Rojava’da, Irak Kürdistanı’ndaki işgalci ve T. Kürdistanı’ndaki soykırımcı politikalarına birlikte karşı çıkma sorumluluğuyla çeşitli eylemler örgütlendi. TC devletinin Rojava’ya yönelik işgal saldırılarına karşı Boğaziçi Üniversitesi’nde “İşgalin Lokumu Olmaz!” çıkışının ardından yakın zamanda İstanbul Üniversitesi’nde Selçuk Bayraktar’ın ziyaretine karşı gelişen itiraz ideolojik anlamda durmamız gereken yeri önemli oranda belirlemektedir. Bugün Filistin’de, Ukrayna’da, Artsakh’da yaşananlara ilişkin tutumumuz esasen yaşadığımız coğrafyada egemen pozisyonunda bulunan TC devletine yaklaşımımızla tartılacak noktadadır. Bu açıdan kampüslerde şovenizmle hesaplaşmamış bir pratiğin ayakta kalması güçtür. Devrimci-demokrat kamuoyu açısından bu şoven damar geçtiğimiz süreçte büyük oranda etkisini gösterse de kitleler cephesinden güvenilirliği sınırlı durumdadır. İşgalci, soykırımcı İsrail devletine karşı gelişen mücadeleleri bir deneyim olarak değerlendirip faşizme ve siyonizme karşı mücadeleyi büyütmeliyiz. Şovenizme karşı tutarlı bir mücadelenin gelecek açısından kampüslerden yükselecek işgal karşıtı, anti-emperyalist mücadelenin esas dinamiği olacağını görmeliyiz. Bu açıdan anadilinde eğitim talebinin savunulmadığı, kampüslerdeki kayyumlarla T. Kürdistanı’nda belediyelere atanan kayyumların arasında bağ kurulamadığı koşullarda devletin yaratmak istediği öğrenci profiliyle sorunlarımıza çözüm olamayacağımızı görmeliyiz. Birleşik mücadelenin bu sorunlar karşısında önemli bir mevzi olduğunun bilincinde olarak hareket etmeli, dünyanın dört bir yanında işgalciliğe ve emperyalizme karşı yürütülen mücadelelerin omuzlarımıza yüklediği sorumlulukla yaklaşmalıyız.
Başlıkta örgütsel dinamik olarak ifade ettiğimiz ancak esasen biçimsel anlamda yaşadığımız engel ve handikapları formülize etmek istediğimiz biçimiyle, bugün her üniversitenin genel ve özel durumları içerisinde çalışma yürütme imkan ve olanakları farklılıklar göstermektedir. Birçok alanda kendi kurumsal kimliğimizle yürüttüğümüz mücadele çeşitli biçimlerde hedef alınmakta, daha önce gerçekleştirilen devlet baskısı dahi birçok öğrenciyle buluşmamızı engelleyen bir noktada durmaktadır. Bugün bu çalışmamızı daha geniş bir kitle çalışmasıyla ve yan kitle örgütü çalışmalarıyla desteklemeliyiz.
Bu açıdan her alanda kurucu özne pozizyonunda bulunmak durumunda kalsak da farklı araç ve biçimleri örgütlenmenin, politika taşımanın vesilesi olarak görmek gerekmektedir. Bugüne kadar olumlu bir dizi deneyimimiz bu ataklığın vesilesi olarak açığa çıkmıştır. Dayanışmalar, meclisler, yerel yayınlar, kulüp ve topluluklar her biri farklı işlevlere sahip olsa da çalışmamızın bir parçası olarak değerlendirilip fikirlerimizin taşınması, örgütlenilmesi gerekilen alanlar durumundadır. Bu kurum ve kuruluşların ideolojik pozisyonuna ilişkin bu süreçte yürüttüğümüz tartışmalarla daha güçlü bir nitelik kazandırmak bizlerin elindedir. Bu araçların ilkesel olarak ne söylediklerinden ziyade pratik olarak nerede durdukları ilişkilerimizde tayin edici olmalıdır. Engels’in “İleri doğru atılan her adım bir dizi programdan daha anlamlıdır.” sözünün göz önünde bulundurulması gerekmektedir. Her ileri adım ideolojik-politik-örgütsel gelişimin vesilesi haline getirilmelidir.
Bugün bu yolu açacak ideolojik, politik sorumluluk gün geçtikçe derinleşen geleceksizliğin omzumuza yüklediği bir görev olarak durmaktadır. Çünkü biz tüm bu sorunlar karşısında kurtuluşumuzun kendi elimizde bulunduğunu biliyoruz. Unutulmamalıdır ki ‘bir arkadaşımızın daha fotoğrafını taşımak isemiyoruz’ demek mücadelemizi daha kararlı ve bilinçli bir şekilde yürütme sorumluluğu barındırmaktadır. Bu netlikle önümüzdeki süreci öğrenen, öğrendikçe geliştiren bir dönem olarak değerlendirmek önümüzü açacaktır.
Yazı; Yeni Demokrat Gençlik dergimizin 20. sayısında yayımlanmıştır.