Emperyalist-kapitalist sistemin içinde bulunduğu ekonomik kriz halk kitlelerinin yaşamını her geçen gün daha fazla sömürerek derin bir yoksulluğa, geleceksizliğe, baskıya sürüklüyor. Böyle bir süreçte dergimizin yeni sayısını hazırlarken, geleceğimizi kazanmanın bu sömürü sistemine karşı örgütlenmekten, mücadele etmekten geçtiğinin bilincinde olarak halk gençliğinin geleceği kazanma mücadelesine katkı sunmak, günceli ve çıkış yollarını doğru değerlendirebilmek önemli bir sorumluluk olarak omuzlarımızda duruyor.
Geçtiğimiz yıl işçiler, köylüler, kadınlar, gençler, Kürt ulusu ve ezilen inançlara mensup kitleler açısından birçok saldırı ve direnişin geliştiği, bugünümüzü çalan egemenlerin geleceğimizi de zapturapt altına almak üzere saldırdığı, bizlerin ise kıpırdanmalar düzeyinde de olsa hareketlilik kazandığımız, fırtınaya daha fazla hazırlandığımız bir yıl oldu. Bu adımlar bugün açısından yetersiz olsa da gelecek açısından umut vermekte, yarınımız açısından önemli bir yol göstermektedir. Egemenlerin saldırılarını gözlemleyerek, ezilenlerin, özelde de halk gençliğinin gelişen mücadele seyrini çözümleyebilmek, tabloyu daha net görebilmemiz ve mücadeleyi büyütmemiz açısından doğru olacaktır.
Geleceğimizi çalıyorlar!
Yasal düzenlemeler adı altında çıkarttıkları maddelerle işçi kıyımları gerçekleştirerek, işçi sınıfının kısmi kazanımlarını dahi gaspetmeye çalıştılar. İşçilerin örgütlenme hakkı yok denecek raddeye getirildi.
Sokağa çıkma yasakları fırsata çevirilip köylülerin toprakları maden şirketleri için ranta açılarak doğa katliamları gerçekleştirildi. İklim krizi ve iklim adaleti kampanyaları reklam olarak kullanılırken, talan politikaları her geçen gün yaşam alanlarımızı daha fazla işgal eden, geleceğimizi çalan bir sürece dönüştürüldü. Marmara Denizi’ni müsilaj basarken, ülkeye çöp ithal edilerek geri dönüşüm adı altında doğamız emperyalist tekellerin pisliğiyle daha fazla zehirlenen ve koca bir çöplüğe getirildi.
Üniversitelerde halk gençliğinin özgür-özerk-demokratik ünivesite mücadelesinde elde ettiği kazanımlar AKP-MHP iktidarının sözcülüğünü yapan kayyumlar eliyle gaspedilip, üniversitelerimiz şirketlerin AR-GE alanına dönüştürüldü. Pandemi sürecinde staj sömürüsü devam ederken sokağa çıkma yasaklarıyla eve mahkum edilen liselilerin özgürlükleri gaspedildi. Genç işçiler güvencesiz koşullarda sömürülürken, işten çıkarmalarla birlikte genç işsizlik %25’in üzerine çıktı. AKP-MHP iktidarının desteklediği çeteler eliyle, açlığa mahkum edilen gençler uyuşturu- silah ticareti- çeteleşme üçgeninde yozlaştırılarak bezirgan saltanıtına gözlerini kapatmış bir jenerasyon oluşturulmaya çalışıldı.
Kadınlar ve LGBTİ+lar “kutsal aile, aile değerleri, toplum hassasiyetleri” adı altında patriyarkanın derinleştirildiği; şiddetin, sömürünün, baskının her türlüsünün reva görüldüğü, isyanın ise “haram” kılındığı koşullarda yaşam ve hak mücadelesi veriyorken tüm bunlar yetmezmiş gibi pandemi döneminde de ev içi şiddet ve güvencesizlik cenderesine atılmak istendi. Dünyanın dört bir yanında gelişen kadın mücadelesinin uluslararası kazanımı anlamına gelen İstanbul Sözleşmesi AKP-MHP iktidarının saldırılarıyla gaspedildi. Kadın cinayetleri her geçen gün artarken ülkede gelişen kadın mücadelesini darbelemek üzere eylem yasakları getirildi, polis şiddeti pervasızlaştırıldı.
Kürt ulusuna yönelik imha inkar asimilasyon politikaları yaşamın bir parçası haline dönüştürülerek “Kürt’ün kanından” yükselen devlet gerçekliği korunmaya devam edildi. Kürt ulusunun seçilmiş belediyeleri, vekillerinin iradesi gaspedilirken burjuvazinin diğer kliği olan sözde muhalefetle uzlaşılarak HDP’ye dönük saldırılar doruğa ulaştırıldı. Parti çalışanlarının katline varan (İzmir’de Deniz Poyraz’ın katli, İstanbul’da Bahçelievler HDP ilçe binasına dönük katliam girişimi) HDP’yi kapatma saldırısı, AKP-MHP iktidarının temel politikası haline getirildi.
Yaşamın her alanında varlık mücadelesi yürüten LGBTİ+’lar, son 10 yılın bütün direnişlerine inatla mücadelenin tüm renklerini taşıdıkları için hedef alınarak, tutuklama ve gözaltı saldırılarıyla karşılaştı. LGBTİ+’lara yönelik gerçekleştirilen nefret söylemleriyle LGBTİ+ cinayetlerinin azmettiriciliği tüm devlet kanallarından gerçekleştirilmiş oldu.
Alevilerin evleri işaretleniyor, Cem Evleri’ne dönük saldırılar cezasızlıkla ödüllendiriliyor, Karabağ’a yönelik işgal saldırısının ardından Ermeni halkına karşı nefret körükleniyor, mülteciler düşman ilan ediliyor. Ezen ulus ve inancın bu düşmanlaştırma politikaları bulunduğumuz sömürü koşullarına maske olarak kullanılmaya devam ediliyor. İntihara sürüklenen Enes Kara, sırf müslüman olmadığı için Hüda-Par’a yakın bir din derneği yetkilisi tarafından “Haykırın o bir katildir!” denilerek bu pespaye sistemin tüm pisliği ve sorumluluğu Enes’e yüklenmeye çalışıldı!
Geleceğimizi Yedirmeyeceğiz! Direniş Devam Ediyor!
Kayyum eylemleriyle başlayan 2021 yukarıda da ifade ettiğimiz gibi faşist saldırganlığa karşı her alanda irili ufaklı direnişlerin geliştiği bir yıl oldu. BGM’nin kuruluş süreciyle birleşik mücadele tartışmaları devrimci demokratik kamuoyunda ciddi bir odak oluşturdu. HDP’yi kapatma davası Newroz süreciyle başlayan kitlesel buluşmalarla protesto edilerek başta Kürt ulusu olmak üzere birçok toplumsal kesim tarafından “HDP’yi kapattırmayacağız!” mottosu ile karşılık buldu… 1 Mayıs İşçi ve Emekçi Bayramı birçok farklı kentte sokağa çıkma yasakları fiilen delinerek kutlandı.
Pandemi bahanesiyle uygulanan sokağa çıkma yasaklarına rağmen Karadeniz’de İkizdere, Ege’de İkizköy köylüleri ‘Doğamızı savunuyoruz!’ diyerek direnişe geçti. Fabrika önlerinde, grev çadırlarında, kent meydanlarında buluşan emekçiler birçok direniş gerçekleştirdi. Kadınlar ve LGBTİ+’lar 6 Mart’ta, 8 Mart’ta, 1 Temmuz’da ve 20-25 Kasım’da “Kazanımlarımızdan ve Haklarımızdan Vazgeçmiyoruz”, “Birbirimiz İçin İsyandayız” demeye devam etti. Deniz Poyraz’ın katledilemesine karşı başta gençlik olmak üzere toplumun tüm kesimlerinden gelişen öfke sokağa yansıdı. Gençlik yılın ilk günlerinde “Kabul Etmiyoruz, Vazgeçmiyoruz!” sloganıyla Boğaziçi’nde kayyum rektöre karşı başlayan direnişten tutalım da yılının son aylarında başlayan ve hala devam eden #geçinemiyoruz, #barınamıyoruz eylemlerine; tüm toplumsal direniş ve taleplerin doğrudan ya da dolaylı olarak içinde yer aldı.
Boyunduruk devam etsin istiyorlar!
Pandemi süreci devem ederken halk açısından “maske” dışında herhangi bir önlem alınmıyor, faşist diktatörlük ise ezilenlerin yaşadığı sorunlara karşı birliğini büyütebileceği her imkan ve ortamı en küçüğünden en büyüğüne kadar getirdiği yasaklar ve saldırılarla engellemek istiyor. Bugün ülkedeki faşist diktatörlük sokakta halkın tek söz dahi etmesini istememekte. Halk kitlelerinin yaşadığı sorunlara karşı tek adres parlemento ve seçimler olarak gösterilmektedir. AKP-MHP-CHP-İP-SP-DEVA.. burjuvazinin tüm klikleri bu noktada birleşmektedir. Dün AKP-MHP iktidarı tarafından Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemiyle birlikte halka refah, özgürlük ve liyakat bahşedileceği iddia ediliyordu, bugün ise burjuvazinin diğer klikleri bütün bu vaatlerin ancak ‘güçlendirilmiş parlemanter sistem’ ile halka bahşedileceğini iddia ediyor. Boğaziçi sürecinden #barınamıyoruz ve #geçinemiyoruz eylemlerine sokağa taşan halk öfkesine karşı, CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu ve Soysuz’un muhalefetteki yansıması olan Faik Öztrak başta olmak üzere muhalefet kanadından da sokağa çıkmayın çağrıları yükseltilmektedir. Kazakistan’da gerçekleşen halk isyanında uygulana faşist katliam politikası Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından halka karşı gözdağı olarak kullanılmaktadır. AKP-MHP iktidarı bu sömürü düzeninin kaptanlığını yaparken burjuvazinin diğer klikleri bu koşullara karşı gelişen her pratiği hareketsiz bırakmaya çalışmakta, adeta sarayın sözcülüğünü yaparak “iktidarlar değişse de bu sistem ve koşullar baki kalacak” diye haykırmaktadır.
Halk kitlelerine iki seçenek sunuluyor; ya AKP-MHP iktidarının kurmaylığında faşizmin her türlü zor ve baskı uygulamalarının hüküm sürdüğü bir yaşam veyahut Millet İttifakı tarafından HDP’nin adını, iradesini, varlığını yoksayan bir şekilde seçimler yoluyla sömürü sistemine pansuman yaparak yola devam…
Örgütümüz yoksa hiçbir şeyimiz yoktur!
Pandemi sürecinde, emek alanında yasal düzenlemelerle gerçekleştirilen hak gaspları, HDP’ye yönelik kapatma saldırısı, sendikalaşmanın ve üniversitelerde herhangi bir örgütsel faaliyetin yasaklarla engellenmeye çalışılması yani bir bütün örgütlenme hakkının gaspedildiği bir süreçten geçiyoruz. Eşitlik, özgürlük, gelecek kaygısıyla umutsuzluk tohumları ekmek istedikleri yüreklerimizi, umut ışıklarıyla doldurmak bu koşullardan kurtuluşumuz için mutlak bir yol olacaktır. Unutmamak gerekir ki mevcut devlet organizasyonu faşist diktatörlüğün kendisini her alanda örgütlediği bir organ olarak karşımızdadır. Bir avuç asalağın kurduğu hükümdarlığın halk kitlelerinin üzerinden yükselmesinin sebebi onların çok güçlü olmaları değildir, onların bu -yapay- gücünün nedeni bir avuç olmalarına karşın son derece örgütlü olmalarında yatar.
Burada temel sorunu bizim parçalı duruşumuz oluşturmaktadır. Bugün ezilen halk kitlelerinin parçalı da olsa gerçekleştirdiği direnişler önemli deneyim ve birikimler barındırıyor. TC devletinin yüz yıllık tarihi boyunca ezilen halk kitlelerine dönük saldırılarını en çok yoğunlaştırdığı dönemlerden geçsekte buna paralel olarak yaşadığımız son 10 yıl, halkın isyan ve mücadele pratiği açısından önemli deneyimler barındırmaktadır. Bu deneyimlerin ışığında bugün karşımıza çıkan sorun ve engelleri aşmak, örgütlenmekten ve birlikte mücadeleyi büyütmekten geçmektedir. Temel sorun egemenlerin muktedirliği değildir, değiştirmeye de yıkmaya da yapmaya da gücü yeten halkın örgütsüzlüğüdür. Halk kitlelerinin örgütlenme alanlarına dönük saldırılar devam edereken mevcut örgütlenmeleri büyüttüğümüz, alternatif örgütlenme modelleri geliştirdiğimiz oranda sistemin krizini halk için fırsata çevirmek mümkün olacaktır.
Yazı; Yeni Demokrat Gençlik dergimizin 17. sayısında yayımlanmıştır.