Faşizm ve erkek egemen sistem kadınların, LGBTİQ+’ların, gençlerin, işçilerin ve emekçilerin en temel hak talebine dahi tahammül edemiyor halde. Toplumsal mücadele öznelerinin kesişimsel eylemleri, isyanları ve direnişleri, karşısında hızlı bir saldırı haline bürünmüş durumda. Bu saldırı hali toplumsal mücadelenin tüm dinamiklerini doğrudan hedef alıyor Bu saldırıların merkezinde şüphesiz yaşamlarından ve haklarından vazgeçmemiş, sokaklardan geri adım atmamış, toplumsal mücadelenin önemli bir dinamiği olan kadınlar ve LGBTİQ+’lar var.
İstanbul Sözleşmesi’ne dönük saldırılar da bu konseptin bir parçası olarak uygulanırken. Her yeni güne kadınların katledildiği, kaybedildiği, şiddete ve tacize uğradığı haberleri ile gözümüzü açıyoruz. AKP-MHP iktidarı, kadınlara yönelik işlenmiş her türlü suçu görmezden geldi. Tacizi, tecavüzü, şiddeti yargılamayarak, cezasızlık politikası uygulayarak meşrulaştırdı. Kadının çalıştığı işten, giydiği kıyafete, saat kaçta nerede olduğuna varana kadar her şey bu şiddetin “gerekçesi” haline getirildi.
Katillerin korunması ve aklanmasının bir devlet politikası olduğunu, 4 yılı aşkın süredir Gülistan Doku’nun kaybedilmesi olayının baş şüphelisi olan Zaynal’ın yargılanmamasından, 8 yaşındaki Narin Güran için etkin arama yapmayan, faillerini koruyan, Rojin Kabaiş’in kaybolmasının ve şüpheli ölümünün aydınlatılmamasından görüyoruz. Olaylar ve isimler değişiyor ama coğrafyayı kadınlara adeta bir mezarlık ve hapishaneye çeviren erkek egemenliğin kadın ve LGBTİ+ düşmanı politikaları değişmiyor. İktidarın kadın düşmanı politikalarının yanında, İstanbul Sözleşmesi ve 6284 yasasına dönük saldırıları karşısında da her yerde sokaklarda isyanımızı yükseltmemizin sebebi ise tam olarak AKP-MHP iktidarının kadın ve LGBTİQ+ düşmanlığıdır.
4 Ekim’de bir erkek sokak ortasında, yarım saat arayla iki kadını canice katletti. Bu erkek şiddetine dikkat çekmek için karşı kadınlar ve LGBTİQ+’lar olarak sokaklarda, kampüslerde bu katliama karşı eylemler düzenledik. Bu eylemlerde sivil faşist çeteler tarafından “Jin, Jîyan, Azadî” sloganı hedef alınarak saldırı gerçekleştirildi.
Hacettepe Üniversitesi’nde gerçekleştirilen eylemde “Jin, Jîyan, Azadî” dövizi taşıyan bir kadın öğrenci sivil faşist çeteler tarafından şiddete maruz kaldı. Ankara Üniversitesi Cebeci Kampüsü’nde, katledilen kadınlar için yapılan eylemde “Jin, Jîyan, Azadî” sloganı atan öğrencilere, aralarında pek çok erkeğin bulunduğu sivil faşist çeteler saldırdı. Yine faşist çeteler, kadın ve LGBTİ+ öğrencilerin Koç Üniversitesi’nde erkek şiddetine karşı yaptıkları oturma eylemine “Jin, Jîyan, Azadî” pankartını gerekçe göstererek saldırdı ‘Jin, Jîyan, Azadî!’ sloganını hedef gösterenlerin ve failleri koruyan sistemin erkek olduğunu biliyoruz ve bu saldırılar gösteriyor ki; yükselişe geçen gerici bir saldırı hareketi var ve bu hareket, AKP-MHP iktidarının ırkçı ve faşist politikalarından besleniyor.
Sokaklarda, üniversitelerde, liselerde ve yurtlarda eylemler yapıldı. Yapılan bu eylemler neredeyse ülkenin her tarafına yayıldı. Bu saldırılar işte tam da ülkenin her yerine yayılan ve yükselen bu güçlü sesi boğmak ve bu eylemleri bölmek için hedef göstermenin bir parçasıdır. Bizim mücadelemiz; dil, din, ırk fark etmeksizin kadınların ve LGBTİQ+ların omuz omuza verdiği bir mücadele.
‘’Jin, jiyan, azadî” sloganı, tarihsel olarak, Kürt kadınlarının yaşadıkları coğrafyada hem etnik hem de cinsiyet temelli baskılara karşı direnişleriyle bir slogandan daha ötesine taşındı. ‘’Jin, jiyan, azadî” sloganı, zamanla dünyadaki feminist hareketler tarafından da benimsendi. Orta Doğu’da, kadın hakları mücadelesinin ruhunu yansıtan bir sembol haline geldi. Rojava Devrimi sırasında, ‘’Jin, jiyan, azadî” sloganı kadınları, kurucu bir özne olarak ön plana çıkararak dünya genelinde yankı buldu. Diğer ülkelerdeki kadın hareketleri tarafından da desteklendi. 16 Eylül 2022’de, Mahsa Amini’nin ahlak polisi tarafından öldürülmesine tepki olarak İran genelindeki protestolarla birlikte sloganın kazandığı uluslararası boyut giderek arttı. ‘’Jin, Jîyan, Azadî’’ sloganının ne bağlamda kullanıldığının ve kadın mücadelesinin enternasyonal bir kimliği olduğunu ve mücadelemizin de vazgeçilmez bir parçası olduğunu biliyoruz ve öyle olmaya da devam edecek. Yaşam hakkımızı nasıl savunuyorsak Kürtçeyi de öyle savunacağız.
Kürt kadın hareketi feminist hareketlerle ve diğer kadın hareketleriyle ortaklıklar kuran bir harekettir. Ulusal mücadeleden kopmadan, Kürt sorununun demokratik çözümü için de mücadele eden bir örgütlenmeye ve politikaya sahiptir. Kürt Hareketindeki eril zihniyete karşı gelme mücadelesi ile başlayarak daha sonra aileye, sokağa ve yaşamın tüm alanına yayıldı. Kadın özgürlük mücadelesi mevcut örgütsel ve kurumsal zeminleri aşıp toplumsal bir dönüşüm mücadelesine evrildi. ‘’Jin, Jiyan, Azadî” sloganı, Kürt kadınlarının mücadelesinin bugün sadece Kürt toplumu açısından değil Orta Doğu’daki kadın özgürlük mücadelesi açısından da politik dönüşüm dinamiği yarattı.Rojava ve Rojhilatdaki, Tahran’daki kadınlar, bize birlikte daha güçlü olduğumuzu, birbirimize destek olduğumuzda hiçbir baskının ve zulmün bizi durduramayacağını ve erkek egemen düzenin bariyerlerini aştığımızı göstermiş oldu.
Kadınların ve LGBTİQ+ların mücadelelerinin ortak ve dayanışma temelli olması gerektiğini bir kez daha vurgulamak gerekiyor. Bu yüzden, dünyanın neresinde olursa olsun, kadınların birbirine ilham verdiği, deneyimlerini paylaştığı ve ortak bir mücadele hattı oluşturduğu bir gelecek inşa etmek zorundayız. Büyüyen bu öfkeyi faşist saldırılar ve katliamlarla dizginlemek, tüm toplumsal kesimleri istediği hizaya çekmek isteyen faşist rejimin bir sıkışıklıkta olduğunu görüyoruz.. Faşist baskılarla ve saldırılarla dizginleNmek istenilen bu öfkeyi sokaklara taşımalı ve örgütlenmeliyiz.
Jin, jiyan, azadî!
İstanbul’dan Bir YDG’li