Enes Kara, 10 Ocak’ta yaşamına son verdi. Arkasında sadece görüntülü ve yazılı birer not bıraktı ancak bu notlar yalnızca Enes’in değil bu topraklarda yaşayan milyonlarca gencin haykırışının ortak ve en yalın ifadesi oldu. Sömürü düzenini yıkmaktan başka çaremizin olmadığını daha basit ve bu kadar çarpıcı bir şekilde anlatabilen az sayıda metinden biriydi Enes’in aramızdan ayrılırken bıraktığı not. Onun mesajlarını henüz okumayan ya da dinlemeyen varsa daha güçlü örgütlenmekten, her yanıyla kokuşmuş bu sömürü düzenini yıkmaktan ve milyonlar için yeni bir yaşam yaratmaktan başka çaremizin olmadığını yeniden görmek adına okuyup dinlemelidir.
Aile baskısı, toplum baskısı, yaşamlarımızın sadece sermayelere katıldığı sürece anlamlı olduğunu yaymaya çalışan bu düzende yapılan her şeyin anlamsızlığını ve geleceksizliği anlatırken Enes, sistemin bizim için ne olup olmadığını yeniden ortaya koydu: “19 yaşımı asla böyle hayal etmemiştim.”
Enes’e (ve daha nicesine) yeni düzeni yaratma sözümüz var, o bizim bütün haykırışlarımızı alıp üzerine yaşamını koyarak billurlaştırdı.
***
Ülkedeki faşist iktidar, kendi komprador sermayeleri emperyalistlerce nasıl yönetiliyorsa ülkeyi de öyle yönetmeye çalışıyor: Bir ellerinde havuç diğer ellerinde sopa.
Eyleme geçmesin, sokağa çıkmasın, örgütlenmesin, kendi alternatiflerini oluşturmasın diye bir ellerinde sopayı diğer ellerinde havucu göstererek halk sessizleştirilmeye çalışılıyor. Şu anki iktidar düzeninde sopayı göstermek AKP’ye, havucu göstermekse CHP’ye düştü. AKP yönetimi eyleme geçen herkese fiili şiddetin her türlüsünü sergileyerek CHP ise ilerde olan ama görünmeyen bir tarihteki “tatlı ve huzurlu” günleri göstererek halkı sessizleştirme görevlerini yerlerine getiriyor.
Elbette bu faşist iktidarın iki yönlü icraatları, sadece bir avuç asalağın daha fazla zenginleşmesini milyonların açlığı üzerinden var eden burjuva düzenin ihtiyaçları doğrultusunda hayata geçiriliyor.
Bu sömürü düzeninin ebedi olduğu aldatmacasına sömürüye maruz kalan herkesi zorla razı etmek için kolluk gücü devreye sokuluyor. Halk için yapılan her şey atılan her adım yapılan her eylem yasaklanıyor.
Din tüccarları ise bu yaşananları Allah’ın bir hikmeti, yaratanın takdiri sayarak insanları içinde eylemle bulunmaları gereken kendi özgürlük sürecinden alıkoymaya çabalıyor. Sömürülme düzeyimizin gittikçe arttığı ve giderek daha yoksul hale geldiğimiz, emekçiler için gerimizde sınıfsal manada yüzümüzün güldüğü bir günün olmadığı, bu düzen devam ettiği sürece de önümüzde herhangi çıkar bir yolun görünmediği bu sisteme şükrettirilmeye çalışılıyoruz.
Din tüccarı da, burjuvalaşmış aydını da, polisi de, sistemin kendi partileri de yerli ve yabancı bir avuç asalağın çıkarına olan bu düzenin devam etmesi için çabalayan yüzlerce araçtan bazıları. Cemaatler bu araçlardan sadece biri ve sadece belli nüanslarla diğerlerinden ayrılıyorlar. Bu nedenle onlara karşı çıkarken, cemaatleri en aşağılara bir yere koymak ya da ilk başta -en öncelikli olarak- cemaatlere-tarikatlara karşı çıkmak beyazlığın ve aydınlanmacılığın devrimciler üzerindeki etkilerinden biridir. Sistem içerisinde ve sisteme tabi olan her örgütlenme eşit düzeyde karşıtımızdır ve onlarla olan düşmanlığımızın düzeyi de onların burjuva iktidara yakınlaştıkları, komprador burjuvaziyle çıkarlarının ortaklaşması tarafından tayin edilir. Bu ortaklığın düzeyi arttıkça düşmanlığımız büyür.
Cemaatlere ilişkin politikalarımız ne olmalıdır?
Türkiye koşullarında, bu koşullar öyle ya da böyle içten ya da dıştan müdahalelerle değişmediği sürece değişmeyecek olan tek düşmanımız emperyalizme bağlı komprador burjuvazi sınıfıdır. Cemaatlere ilişkin politikalarımız, cemaatlerin bu sınıfa olan yakınlığı veya uzaklığıyla belirlenir. Kimi cemaatler bugünkü sömürü düzenine doğrudan ortaktır, kimi cemaatler o kadar kârı olmaksızın bu sömürü düzenini desteklerler, kimilerinin de çıkar ilişkileri zayıftır veya böyle bir ilişkinin içerisinde değildir. Buradaki farklılıklar bizim onları devrimin hedefinin neresine koyacağımızı belirler.
Ancak kesin olan bir şey varsa o da bu cemaatlerin halkın içinden olan (yani halka fiili olarak düşmanlık etmeyen-devrimden çıkarı olan) üyelerinin ve onların yurtlarında kalan öğrencilerin bu cemaatlerden ayrı olarak değerlendirilmeleri gerektiğidir. Özellikle cemaat yurtlarında kalan öğrencilerin ve ailelerinin sınıfsal kimlikleri düşünüldüğünde, bu kesimlerin genellikle toplumun en yoksul kesimlerinden oluştuğu görülebilir. Sırf bu nedenle objektif olarak görece daha devrimcilerdir ya da devrimci olmaya daha yatkınlardır. Devrimci kurumların ve de doğrudan proleter hareketin muhafazakar kitleyle bağlarının zayıflığı nesnel ve öznel bir takım nedenle tarihsel bir eksiklik olmuştur. İçerisinde yaşadığımız toplumda halkın büyük bir kesimi, milyonlarca insan, yaşamında dini değerlere öncelikli olarak yer vermektedir ve kendisini muhafazakar olarak tanımlamaktadır. Bu durum doğal olarak, devrimin bu kitleye de dayanmak zorunda olduğunu gösterir. Pragmatik bir yaklaşımla değil halkın gerçekliğine uygun bir çözümlemeyle cemaatlere ilişkin kitle siyasetimiz, bu kitleyi ötekileştirici değil kapsayıcı olmak zorundadır.
Türkiye’deki devrim şüphesiz muhafazakar kitlenin de son derece yararına-çıkarına olacaktır. Öte yandan, muhafazakar kitle Kemalist aydınlanmacı kitleye göre belli düzeyde statükoyu ve özellikle batı merkezli emperyalist “doğruları” kabul etmez. Ayrıca tek işi ticaret ve sermaye olan ve bunu da İslam diniyle örtmüş olan cemaatlerin, tek işi devletin güncel politikalarının altına caizlik damgası vurmak olan Diyanet İşleri’nin verdiği din eğitimi bu eğitimi alan insanların çok büyük bir kesimini dinin olumsuz yanlarından uzaklaştırmaktadır ya da dinden bir bütün uzaklaştırmaktadır. Yani özetle dinci kesilen toplulukların büyük bir kesimi bizim yerimize insanları dinden uzaklaştırmaktadır. Ancak Kemalizm böyle değildir. Kemalist eğitimi iyi alanların neredeyse tamamı, devletçi statükocu olagelir. Bu gibi nedenlerle muhafazakar kitlenin devrim sürecinde örgütlenmesi görece daha kolaydır. Bu nedenle de politikalarımız ikinci kez kapsayıcı olmak zorundadır. Cemaatleri tarikatları hedef alıyoruz diye, gönülden ya da gönülsüz olarak onların üyeleri olan kitleyi devrimcileştirmekten dolaylı olarak alıkoymak bu kitleye mesafelenmek son derece hatalıdır. Buradaki tartışmamız kimi cemaatlerle devrim sürecinde bir ittifak kurma tartışması değildir. Bu tartışmanın somut karşılığı proleter hareketin ve onun kurumlarının çok daha güçlü ve etkili olduğu durumlarda bulunur. Tartışmamız proleter hareketin güçlenebilmesi, sömürüye son vereceği devrimi gerçekleştirmesi için güç kazanabileceği, kitle temelini oluşturacağı ve halkın mücadeleyle iktidarı alacağı en geniş kitleyi doğru analiz etme ve devrimi yapacak olan kitleleri kazanmayla ilgilidir. Yinelersek; konumuz şimdilik bir ittifak tartışması değil, kitlenin devrim sürecinde kazanılması için doğru bağların oluşturulmasına ve böylece güçlenmeye, örgütsel kapasiteyi artırmaya yönelik ideolojik bir tartışmadır.
Öte yandan, cemaat-tarikat yurtlarının kapatılması ya da denetlenmesini talep etmek hatalı taleplerdir. Bir kere bu cemaatlerin kapatılmasını ya da denetlenmesini devletten talep etmek, günümüz devlet yapısının meşru olduğu fikrinin sonucudur. Halk için cemaatlerden binlerce kat daha tehlikeli olan devletten medet ummak da nedir? Ayrıca devlet, cemaatlerin, cemaat evlerinin denetlenmesine ilişkin bir yasa hazırladığı durumda denetlenecek olan kimler olacaktır? Şüphesiz devrimcilerin yaşadığı evler, kolektif evlerimiz, kızlı-erkekli kalan öğrenciler vb. Bunun sonucunda halk için “özel yaşam” diye bir şeyin kalmadığı burjuva düzende hayatlarımızın iyice iğdiş edilmesi için devlete fırsat durduk yere verilecektir.
Bu nedenle parasız, bilimsel, anadilinde eğitim talebi şimdiki durumda yeterli bir taleptir. Parasız eğitim sağlandığı durumda (ki bu durum aslına bakarsak bu düzende hiçbir zaman sağlanamaz hatta mücadeleyi büyütmediğimiz sürece eğitimin ekonomik yükü giderek daha büyük ölçülerde halkın üzerine bırakılır) insanlar olabildiği ölçüde özgür bir biçimde nerede kaldıklarına karar vereceklerdir. İster kendi başlarına-arkadaşlarıyla ister devlet yurtlarında ister özel yurtlarda isterse de cemaat evlerinde kalmak nazaran kişilerin iradelerine kalacaktır. Cemaat yurtları kapatılsın demek yerine, barınma sorununu da içerisine alan parasız eğitim şiarını yükseltmek bu anlamda daha devrimci ve doğru bir taleptir.
İstiklal Caddesi eylemi ve meşruluk bilinci
Enes Kara’nın arkasında, bizim için bıraktığı not o kadar gerçekçi ve toplumun her yanına öyle bir dokunuyordu ki, Enes için yaptığımız her şeyde meşruluk bilinci ta derinlerimize kadar erişmişti. Yanlış anlaşılmasın, yaptığımız her eylemde, kurduğumuz her sözde biz zaten haklı ve meşru olanız. Fakat bazı gelişmeler meşruluk bilincini toplumsal düzeyde etkiler ve toplumun her yanından (çok az sayıda da olsa tam faşistleşmemiş polisleri dahil) insanlara yaşananları, yaptıklarını sorgulatır. Enes Kara eylemleri böyle bir içeriğe sahipti.
Doğal olarak Enes Kara için Taksim Tünel’de yapmak istediğimiz ve İstiklal Caddesi’nde gerçekleştirdiğimiz eylemin her anına bu meşruluk bilinci sirayet etti. Tüm zorluğuna rağmen, Beyoğlu Kaymakamlığı’nın yasağını fiili olarak bir paçavraya dönüştüren, 86 kişinin gözaltına alınmasına karşın eylemin sonuçlanmasını sağlayan şey de esasta bu meşruluğu bilincine oturtan iradenin sonucuydu. Polis saldırısı, fiili karşı koyuşa ve o saldırıyı anlamsızlaştıran bir direnişe dönüştü. Gözaltına alınma süreci de gözaltı süreci de, aynı süre zarfında eylemin gerçekleştirilmesi süreci tüm yönleriyle böyle yaşandı.
Bu nedenle, Enes Kara eylemlerindeki meşruluk bilincimizi her hareketimizde yanımızda bulundurmamız ve bu bilinci büyütmemiz gerekmektedir. Haklı ve halktan yana olanlar bizleriz, ister muhafazakar olsun ister laisist olsun ister inanmasın ister ulusal bilinci ağır bassın ya da hemşericilik kültürü bulunsun halkın tüm kesimlerinin çıkarını bizler savunuyoruz. Haklarını savunduğumuz bu kesimlerin kurtuluşu ise elbette devrim mücadelesinde bu kesimlerin kazanılmasıyla ilgilidir. Bu nedenle halkın hiçbir kesiminde ideolojik veya pratik anlamda düşmanın saldırılarının etkili olmasına izin vermeyelim, sınıfsal olarak bizden olanı, bizden yana olanı kazanalım.
Özgür Gelecek gazetesinin 253. sayısına yayımlanmıştır.