LGBTİ+ hareketi Gezi Direnişi’nin ardından yeni bir ivme kazanarak mücadeleye devam ediyor. Gezi’nin hemen öncesinde başlayan ve direniş sürecinde de iyice belirginleşen siyasi tartışmalar LGBTİ+ hareketinin gidişatında herhangi bir değişikliğe sebep olmadı denilebilir.
Bir dönem alevlenen “Ak LGBTİ” ya da “Ülkücü LGBT”isimleri üzerinden tartışmalar yürütülürken devrimci gençlik örgütlerinde faaliyet gösteren genç LGBTİ+ aktivistleri siyasi alandaki tartışmaların eksikliğini hissederek kendi alanlarından bu tartışmaları güçlendirmeye başladılar. Bununla birlikte 2014 Yerel Seçimleri, Cumhurbaşkanlığı Seçimleri ve ardından 2015 Genel Seçimleri’ne uzanan süreçte birçok siyasi parti ve hareket bu alandan doğru söz söylemeye başladı.
Bu söz söyleme ve görünür olma hali iktidarı oldukça rahatsız etti. Yalnızca iktidarı değil, Ortadoğu’da beslediği “İslami Terör Örgütü” denilen çeteleri de aynı oranda rahatsız etmiş olmalı ki o süreçte Kürdistan ve Türkiye’de sokakta LGBTİ+’lara yönelik şiddette gözle görülür bir artış yaşandı ve bu artış geçtiğimiz bir yıl içerisinde yayınlanan insan hakları raporlarına da bu şekilde işlendi. Politikleşen bir LGBTİ+ hareketinin dışında kalmayı ve hatta “normalleşmeyi” öğütleyen ve siyasete ya bulaşmamayı ya da Ak/Ülkücü LGBTİ ve onun faşist Kemalist türevi (TGB, CHP vs.) yerlerde örgütlenmeyi öğütleyen LGBTİ’ler belirginleşti. Politikleşen ve hatta OHAL günlerinde bile saldırılara rağmen sokağa çıkan bir LGBTİ+ hareketi iktidarın hedefi haline de geldi.
Bu süreçte Kürt Hareketi’nden bazı isimlerin LGBTİ+ camiayı kastederek “Beyoğlu Marjinalleri” dediği iddia edildi. Konuyla ilgili Kürt Hareketi’nden herhangi bir açıklama gelmese de politik kimliğini daha net bir şekilde ortaya koyan ve LGBTİ+ politikası yapan/yapmaya çalışan herkes kazanmış oldu. Zira yerel ve genel seçimlerin sonuçları da bu durumu ortaya koydu.
Bu süreçte LGBTİ+ hareketi cephesinde neler yaşandı?
2015 yılının Mart ayında IŞİD’e karşı enternasyonel dayanışma ruhu ile savaşmak üzere Rojava’ya giden MLKP savaşçısı açık lezbiyen kimlikli, siyahi, Alman vatandaşı İvana Hoffman’ın (Avaşin Tekoşin Güneş) Til Temir’de yürütülen operasyon sırasında hayatını kaybettiği haberi geldi.
Aynı yıl LGBTİ+‘lara yönelik yasak ve tehditler de yoğunlaşmaya başladı. 2015 yılında Ankara’da 17 Mayıs Uluslararası Homofobi ve Transfobi Karşıtlığı Günü (IDAHOT) çeşitli tehditler alsa da oldukça politik ve kuvvetli bir şekilde yapıldı. Türkiye’de LGBTİ+ hareketinin bir süredir üzerine yoğunlaştığı akademi alanının yerel meyvelerini vermeye başladığı bu süreç politik birçok tartışma ile birlikte aktivistlerin güvenliği sorusunu da gündeme getiriyordu. Ancak tüm tehdit ve anti propagandaya rağmen 2015 Genel Seçimleri’nden de LGBTİ+ politikalarına yakın duran siyasi partilerin (Aslında özelde direkt olarak HDP’nin) güçlendiği görülebilir. Bu siyasi adımın bedeli olarak muktedirler Ramazan’ı bahane ederek 2015 Onur Yürüyüşü’ne de saldırıları meşrulaştırdı ve hatta kolluk ile birlikte saldırdı. Ancak LGBTİ+ hareketi sokaktan geri durmadı. Gezi’nin ardından Türkiye ve Kürdistan’ın birçok kentinde daha da harlanarak devam eden bu süreçte ise bazı LGBTİ+ örgütleri/platformları işlevlerini yitirerek ya da devamlılık sıkıntısı çekerek sönümlense de yeni şehirlerde yeni örgütlenme haberleri gelmeye devam etti. İktidar medyası ise görevini yaparak homofobiyi ve transfobiyi tırmandırmaya devam etti.
2015 yılında gerçekleştirilen LGBTİ+ Onur Yürüyüşü’ne LGBTİ+ Kolektifi tarafından açılan „Recep’le Şaban’ın aşkına Ramazan Karışamaz“ pankartı damgasını vurdu. 2016 yılında IDAHOT tehditler ve valilik yasağı ile sokak etkinliğini gerçekleştiremedi. Kaos GL ve Pembe Hayat bir süre (Kaos GL taşınana kadar) tehditlerden dolayı ofislerini açmadı. Tehditlere rağmen 17 Mayıs salon etkinlikleri başarılı geçti.
2015 yılında açılan pankart ve yine Ramazan ayı bahane edilerek Onur yürüyüşlerine yönelik saldırı ve tehditlere rağmen birçok şehirde (bazılarında ilk kez) onur yürüşleri düzenleme cağrısı da yapıldı. Polis engeline takılsa da kitleler toplandı. İzmir ve Mersin Onur Yürüyüşleri, Valilik yasağı ve tehditlere rağmen önceki yıllara oranla yoğun bir katılımla gerçekleştirildi. Ancak bu süreçte IŞİD, Orlando’da bulunan bir LGBTİ+ barına saldırı düzenledi. Saldırıda, saldırgan dâhil 50 kişi öldü, 53 kişi yaralandı. 11 Eylül saldırılarının ardından ABD tarihindeki en fazla can kaybının yaşandığı saldırı olarak tarihe geçti. Bu bara giden LGBTİ+‘ların ağırlıklı olarak göçmen, seks işçisi veya ezilen sınıflardan insanlar olması saldırının sınıfsal bir kimliği olduğunu da gösterdi. Türkiye ve Kürdistan’ın birçok kentinde protesto gösterileri düzenlendi.
Polis, 2016’da 7. Trans Onur Yürüyüşü’nü engelledi. Ara sokakta yapılmasına izin verdiğini söylediği basın açıklamasına yumruklarla saldırdı. Gaz, plastik mermi ve gözaltıların ardından İstanbul LGBTİ “Her LGBTİ bir Onur Yürüyüşü’dür” dedi.
Onur Haftası Komitesi, tehditler nedeni ile 26 Haziran’daki 14. İstanbul LGBTİ+ Onur Yürüyüşü’nün formatını değiştirdi. 7. Trans Onur Yürüyüşü’ne saldıran polis “Lütfen dağılın ve hayatın normal akışına dönmesine izin verin” çağrısı yapmıştı. Yazılı bir açıklama yapan Onur Haftası Komitesi, Valiliğin hem yürüyüşü hem de basın açıklamasını yasaklaması üzerine, Emniyet Güçleri’nin çağrısına uyacaklarını söyledi ve şöyle dedi:
“26 Haziran Pazar günü, İstiklal Caddesi’nin her köşesine dağılıyoruz. ‘Hayatı normal akışına döndürmek’ için Pazar günü Beyoğlu’nun her sokağında, her caddesinde birbirimize kavuşuyoruz.” Aktivistler Türkiye ve Kürdistan’ın birçok yerinde bu çağrıya uyarak sokaklara çıktılar.
Ülkedeki her siyasi değişim aslında LGBTİ+‘ların günlük hayatını da etkiliyor. Son yıllarda yaşanan muhfazakarlaşma ile artan homofobi ve transfobi yine kendisini ilk olarak trans kadın seks işçileri üzerinde gösterdi. Ankara’da 2016 Mart ayı itibari ile başlayan süreçte trans seks işçileri defalarca kez kolluk ve çete saldırısına maruz kaldı. Silahlı saldırılar ve ciddi yaralanmalar yaşandı. Eylül Cansın intiharı ile birlikte daha da tartışılan çeteleşmeye karşı örgütlenme fikri, trans hareketi başta olmak üzere LGBTİ+ hareketinin ana gündemlerinden birisi haline gelmişti. Kolluğun saldırıları ile beraber artan çete saldırıları da Anklara ve İstanbul’dan başlayarak İzmir, Antalya, Antep, Mersin, Adana gibi birçok yere yayıldı. 15 Temmuz 2016 sözde darbe girişimi ve ardından yaşananlar da bu durumu ortaya koyuyor. Bu süreçte derneklere ve aktivistlere yönelik tehditler devam ederken birçok dernek taşınmak zorunda kaldı ve yer sıkıntısı, kira sözleşmesi gibi sıkıntılar yaşadı.
Darbe girişiminin ardından İstanbul’da Hande Kader’in katledildiği haberi geldi. Bunun üzerine trans nefret cinayetleri kadın örgütlerinin ve demokrasi güçlerinin gündemine yeniden girer gibi olsa da Özgecan Aslan cinayetinde gösterilen hassasiyet Hande Kader bir trans seks işçisi olduğu için gösterilemedi. OHAL ve yasaklara ve hatta bu ilgisizliğe rağmen onlaca duyarlı aktivist trans nefret cinayetlerine dikkat çeken büyük eylemler örgütledi. HDP ve CHP’den Figen Yüksekdağ başta olmak üzere birçok Millet Vekili de açıklamalarda bulundu. Ancak Hande Kader dosyası da bugün gelinen süreçte unutulmaya terkedilmek isteniyor.
Yine darbe girişiminin ardından HDP’deki LGBTİ+ aktivisti milletvekillerinin tutuklanması, Barbaros Şansal‘a yönelik saldırı ve tutuklama, Uğur Büber‘in tutuklanıp serbest bırakılması. Ardından 5 LGBTİ+ aktivisitinin daha farklı gerekçelerle tuutuklanması, Dersim ve Diyarbakır merkezli SGDF ve ESP üyelerine yönelik yapılan operasyonlarda bazı ESP ve SGDF aktivistlerinin dosyalarına „Orlando Katliamı anması düzenlemek“ eklenmesi ve 2017 yılında da Mersin, Ankara ve İstanbul’da Valilik yasakları ve saldırılar ve gözaltılar yaşanması muktedirlerin siyasi olarak da artık LGBTİ+‘ları hedef göstereceği anlamına gelmektedir.
Yine dinci ve çeteci zihniyet tüm dünyada aynı şekilde devam etmektedir. Kürdistan’daki işgalini sürdürmek isteyen TC, burada IŞİD’li çeteleri beslerken bu çetelerden öğrendikleri ile Çeçenistan’da ve Rusya’nın başka bölgelerinde LGBTİ+‘lara yönelik bir katliam çalışması olduğu haberleri gelmeye başladı. Yine aynı siyasi akıldan öğrenen Azerbaycan ve Gürcistan’da da LGBTİ+ aktivistlerine yönelik saldırı ve tutuklamalar gerçekleşti. Tam bu sırada Rojava’nın bağrından bir haber gelerek Ortadoğu’nun ilk silahlı LGBTİ+ öz savunma gücünün kurulduğu haberleri geldi.
Bölgedeki savaşla birlikte tırmandırılan nefret ve dinci çetelerin düzenlediği transfobik saldırılar ve Diyarbakır‘da Diren Coşkun isimli trans aktivistin yine farklı bir gerekçe gösterilerek tutuklanması da Kürdistan’daki işgalde devletin erkek, homo/transfobik kimliğini bir kez daha karşımıza çıkartıyor.
Bu durum devrimci gençlik örgütlerinin içerisinde LGBTİ+‘lara dair meselelerin daha fazla konuşulması ve daha somut adımlar atarak halk gençliği saflarındaki LGBTİ+‘ları örgütleme ihtiyacını da ortaya koyuyor. OHAL ve Kürdistan’daki savaş sürecinden de öğrendiğimiz gibi erkek egemenliğine karşı mücadelemiz oldukça önemli bir yerde durmakta ve bu konuda LGBTİ+ olsun olmasın tüm gençliğin bu meseleye dair tartışmalarını güçlendirmeye olan ihtiyacımız oldukça acildir.
YDG’li bir Trans