6 Şubat 2023 Pazartesi günü saat 04:17’de 7.7 büyüklüğünde Maraş merkezli olmak üzere 9 şehre yayılan ve hissedilen bir deprem yaşandı. Günün sabahına uyandığımda olayın vahametini tam olarak kavrayamamıştım. Yaşamın ezberindeydim; “Yapmam gerekenler, önümüzdeki süreçte neler yapacağımız, gündemde nelerin olduğu, kim nerede direniyor ve nerede direneceğiz?” Evet, süreç için önümüze koyduğumuz şeyler vardı.
8 Mart’ın planlanması, dergimizin gündem yazıları, gençlik mücadelesinde beraber yürüyeceğimiz yoldaşlarımızla ilişkilerimizin nasıl ilerleyeceği gibi birçok plan, görev ve sorumluluklarımı düşünürken depremin yaşanmasıyla varolan çelişkiler, enkaz altında daha da derinleşmiş oldu. Yavaş yavaş olayın ciddiyetini ve ancak bizlerin dayanışmasıyla deprem bölgesinde insanlara umut olacağımıza inandım. Gençlik olarak bugün değilse ne zaman birlikte olacaktık. Hepimiz bu istekle gitmek istedik deprem bölgesine. Bu nedenle de hemen koordine olup diğer güne uçak bileti aldık. Günün sabahına uyandığımızda devletin hiçbir şey yapmadığı, özellikle Antakya’nın yalnız bırakıldığı, AFAD’ın yetersizliği ve atıllığı, maden işçilerinin bölgeye gitmek isteyişi ama buna engel olunduğu, depremden kurtulabilen insanların da soğuktan yaşamını yitirdiği, tutsakların öldürüldüğü aynı zamanda kandan beslenen iktidarın depremden etkilenen Kürtler üzerinden sınır ötesi operasyonlar gerçekleştirmeye devam ettiği haberlerini aldık.
İnsan hayatı sermayedarlar gözünde çok önemsiz!
Ve emin olduk ki ancak ezilenlerin bölgedeki varlığı bu kaos ortamını aydınlığa çevirirdi. Antakya sınırlarına girdiğimiz ilk andan itibaren tahmin ettiğimizden daha korkunç bir tablo ile karşı karşıya kaldık. Örneğin araba firması Honda’nın cam kaplı binasına taş bile değmemişken, hemen yanındaki binaların enkazını gördük. Yol boyunca insan hayatının sermayedarlar gözünde ne kadar küçük olduğu gerçeğiyle tekrar tekrar yüzleştik. Merkeze ve Defne’ye gelmiştik. Sosyal medyada özellikle Antakya’nın yalnız bırakıldığı bilgisi verildiği için yardımların merkezde bir yığılmaya sebep olduğu ve gelen tırların olacağı bilgisine aldık.
İlk olarak getirdiğimiz eşyaları ilçelere, köylere, ihtiyacı olanlara ulaştırmanın önemli olduğunu düşündük. Bir grup arkadaşımız Samandağ’a gitti. Beraberinde Defne’deki HDP-HDK-BMG kriz koordine merkezinde bulunduk. Bu dayanışmanın bir parçası olmak yararlı oldu. Çünkü gençlik, öğrenciler, kadınlar, LGBTİ+lar, emekçiler oradaydık. Titizlikle çalışıyorduk, herkesin bir görevi vardı. Gelen tırların karşılanmasından tutalım da deponun düzenlemesine kadar; malzemelerin sınıflandırılmasından gelen depremzede ile ilişkilenme biçimimize kadar özenli bir çalışma içerisindeydik. Keza yaşam alanlarımızı örmek konusunda ciddi bir emek ve beraberlik gerekiyordu. Bunun da altından dayanışma ile kalkabildik. Bölgedeki en sistemli çalışanlardandık.
Şu da var ki bu dayanışmanın varlığını, titizliğini, koordinenin önemini bu üç günde öğrenmemiştik. Deneyim isteyen şeylerdi bunlar ve bu çalışma tarzı zamanında Elâzığ ve Wan depreminde, Suruç’ta, Sur’da, Cizre’de öğrenilmişti. Pratiğini de biz o gün orada vücut buldurduk.
Sağlık reviri için çalışmalara da başlamıştık, mobilize hareket eden revirler vardı. Elimizde bulunan ilaçları istifleyip insanların şikayetleri üzerine gerekli tıbbi müdahaleyi yapıyorduk. Kronik hastalığı olan depremzedeler, sağlık revirimize ulaşıyorlardı ve devamlı kullanmak durumunda oldukları ilaçları karşılıyorduk, keza TTB’den de ilaçlar geliyordu. Bir hafta öncesinde ilaçlara ulaşamayan, ilaç parasını karşılayamayan hastaları konuşurken şu an paranın geçmediği şehirde herkes ilacına, yiyeceklerine, bebeğinin mamasına-bezine, kıyafetlerine dayanışma ile ulaşmaya çalışıyordu. Halk da farkındaydı devletin onları yalnız bıraktığının, enkazlara kimin sebep olduğunun ve bugün yanlarında sosyalistlerin, devrimci kurumların ve yurtseverlerin var olduğunun…
Hepimizin içinde yarına tuttuğumuz meşale bugünümüzü aydınlatıyordu. Bunun farkına varan ve eksikliğini dolduramayan iktidar da bölgedeki dayanışmayı sönümlendirmek için çalışmalarına başlamıştı. Yardım tırlarını engellemekle başlayıp, bölgeye gelen tırlara el koyuyordu. Bölgede kendini var edemeyen iktidar, OHAL ilan ederek askeri gücünü halk ile ilişkilenen bizim üzerimizden sergiliyordu. Antakya diğer şehirlere nazaran özgünlükleri olan bir yer. Devletin tekçi sistemini uygulamak için depremden faydalandığı ve “ne kadar ölse o kadar iyidir” politikasını uyguladığı yerdi burası. Bu yüzden biz devrimci gençler, orada bulunmanın önemini de tekrar tekrar görüyorduk.
Halkla beraber üretiyorduk!
Halk da bizi sahipleniyordu. Dayanışmayı onlarla örüyorduk. Köylü ile tandırda ekmek yaparken, mutfak kurarken halkla üretiyorduk. Diğer yandan bölgenin eksikliklerini, ihtiyaçlarını tespit edip diğer illerdeki yoldaşlarımızla irtibat halinde kalıyorduk. Gelen ihbarları teyit edip oradaki arama kurtarma çalışmalarının parçası da olmuştuk. Yeterli ekipmanlarımız yoksa da ya da bölgedeki ekipmanların eksikliğini görsek de ses çalışmalarında bulunuyorduk. Sadece insan yaşamının değerini değil hayvanların da yaşamının değerli olduğunu konuşuyorduk.
Kedi ve köpek kurtarma çalışmalarına katıldık. Onların da mamasını karşılamaya çalıştık. Sağlık sorunları için HAYTAP’a götürüyorduk. Bölgede hala yoldaşlarımız var, dayanışmayı her geçen gün büyütüyorlar ve yer yer devletin zorbalığı ile de karşılaşıyorlar. Bölgedeki koordine merkezlerimize kayyum atıyorlar.
Bu yüzden rüzgar olmanın iradesini verdiğimiz bu süreçte varlığımızın fırtına yarattığı günlere ulaşmak dileğiyle yol alalım…
Bir YDG’li