Toplumsal eğitim süreci ve devlet unsuru ile çocukluktan bu yana içimize tohumları atılan erillik fark ettirmeden filizlenip büyümüş oluyor. Bu hastalıklı düşüncenin varlığının bilincine varmak, içimizde bir şekilde oluşan, toplumda hali hazırda var olan ve hatta dünya devletlerinde sistemleşmiş halde karşımıza çıkan bu erilliği eritmek, filizlendiği yerleri kökünden koparıp arındırmak istiyorsak öncelikle kendi iç hesaplaşmamızı yapmak zorundayız. Önce kendimizle yüzleşmekten başlamalıyız. Tabi erillik bu, hissettirmeden çoğalan kanser hücresi gibi nerede karşımıza çıkacağı belli olmuyor. Özellikle kendini ‘devrimci’ diye nitelendiren herhangi bir erkekte ‘inceltilmiş’ bir şekilde karşımıza çıktığında ufak bir şok etkisi yaratmıyor da değil hani. Bu durumu dile getirdiğimizde karşılaştığımız tepki genelde “Yok canım öyle şey mi olur? Hem sen bilmiyor musun?, Ben devrimci bir insanım. Benim öyle düşünmem imkansız. Çarpıtıyorsun. Sen yanlış anlıyorsun, ben öyle demek istemedim yiaa.” oluyor. Buna kabullenememe ve kendi ‘devrimci’ kişiliğine konduramama evresi diyoruz. Önce kendimizden başlamalıyız demiştik değiştirmeye. Esasen devrimci kişiliği besleyecek fikirleri ütopikleştirmektense somut olarak gerçek hayata dökmeyi sağlayacak şeydir bu değişim. Bu noktada en önemli unsur özeleştiri yapmak. Değiştirmekteki özü değişmede bulmayı keşfetmek. Ben öyle demek istemedimden ben öyle demeyi neden istedim, diye sorgulaya bilmek. Böylelikle söylem/eylemlerinin arkasında yatan erk-ekliğin farkına varabilmek. “İmkansız, çarpıtıyorsun. Sen öyle anlıyorsun.”dan öte kabullenebilmeyi başarmak. “Ben devrimci insanım, imkansız” demektense en nihayatinde devrimci özü gerçekten kavrayıp değişimi sağlayabilmek gerek. Birçok devrimci kurumda kadın mücadelesi yürütülürken erkek devrimcilerin ‘kadınlar zaten bunun mücadelesini yürütüyor ‘ deyip bir kenara çekilip sadece gözlemlemekle yetindiğini görüyoruz. Burada tekrardan hatırlatmak istiyorum; “kendimizden başlamalıyız.” İçimizdeki erk-eklikten kurtulmalıyız. Ama bu neden sadece kadın yoldaşların ekstra çabalamalarıyla olmalı? Meselenin özünün sorunu içselleştirmemekle ilgili olduğunu düşünüyorum. Erk olan onlar, ancak bunu değiştirmek için fazlasıyla çabalayanlar ise yine kadınlar oluyor. ( Bunun kadınlardaki yıpratıcı yönünden hiç bahsetmiyorum dahi. ) Bu noktada gizli bir kabullenememe ortaya çıkıyor. Aynı zamanda özeleştiri silahının teklemeye başladığının bir göstergesi oluyor. Erkek devrimciler kendisindeki toplumsal erkeklikle yüzleşmeli ve hesaplaşmalıdır.
Ben de sizlerle devrimci mücadelenin içinde karşılaştığım bir erk-eklik halinden bahsetmek istiyorum. Ailemden, gecekondu mahallemden ayrılıp ilk kez bir metropol kentine geldiğim yıllardı. İçten içe büyük bir hayranlık da besleyerek büyüdüğüm bir gelenek vardı. Şimdi ise büyük şehre gelmem ile çocukluktan beri hayran olduğum kurumun bir faliyetçisi ile tanışma, görüşme fırsatım olacaktı. İçim içime sığmıyor, heyecanın ve uzun zamandır beklemenin yarattığı mutluluk ile adımlarım git gide hızlanıyordu. Ve en nihayatinde görüştük arkadaşlarla. Ancak bir erkek yoldaş sen şurdasın ama ben buradayım diyerek aramızda basamaklar olduğunu göstermeye çalışarak tavır alıyor. Her görüştüğümde en az bir kere tekrarlıyordu. Ne de olsa o bir ERKEK devrimciydi, benim bir kadın olarak onla aşık atmam mümkün müydü? KADIN olduğum için her zaman arka planda yerim olacaktı, yoksa öyle değil miydi? Devamında YDG’li kadınlar ile vakit geçirdikçe kendi içimde dahi olan erkekliği keşfettim. Sonrasında faliyetçisi olan bu arkadaşta karşılaştığım ve bende önyargı oluşturan maruz kaldığım şiddetli erkeklikle yüzleştim. Ben yüzleşebildim bununla. Yüzleşmem ile harekete geçtim, hareket ettikçe güçlendim, güçlendikçe değiştim, değiştikçe güçlendim. Bir daha bu kadar kuvvetli bir erillikle neyse ki karşılaşmadım kurum içinde. Ama bir dahaki sefere böyle bir erillikle karşılaştığımda nasıl yaklaşacağımı artık biliyorum. Kaldı ki hemen hemen her kadının karşılaştığı ‘inceltilmiş erkeklik ‘ fazlasıyla yıpratıcı bir süreç oluyor. Temelinde bu erkeklik devrimci özden kopmanın bir göstergesi oluyor. ‘Aşırı devrimci ‘ arkadaşlar içlerinde olan inceltilmiş erkeklikle git gide devrimci özden uzaklaşmış oluyor. Bu noktada zaten bizleri yıpratan bu erkekliği eritmek sanki bizlerin görevi gibi bir izlenim yaratıyor. Bu da meselenin içselleştirilmemesinin bir göstergesi değil midir? En başta belirttiğim gibi, önce kendimizden başlayalım. Yapılmalıdır demektense yapmalıyız, değiştirmeli değil de değişmeliyiz. Sorgulayarak, kendi öz benliğimizde oluşan erk-eklikle yüzleşir ve arınabiliriz.
YDG’li bir genç kadın