Komünist Manifesto bu cümleyle başlıyor: “Avrupa’da bir hayalet dolaşıyor – Komünizm hayaleti. Avrupa’nın tüm eski güçleri bu hayalete karşı kutsal bir sürgün avı için ittifak halindeler, Papa ile Çar, Metternich ile Guizot, Fransız radikalleri ile Alman polisleri.”
Bakmayın siz 200 yıl geçtiğine, Marx’ın söylediklerinin artık geçersiz olduğunu kanıtlamak için koca koca üniversite bölümleri kurulduğuna. Kapitalizmi anlamak için, nasıl değiştirilebileceğini kestirebilmek için Marx’ı okumaktan başka çare yoktur. Birileri işgücü istihdam ettiği ve birileri işgücünü satmak zorunda olduğu sürece; üretim insanların ihtiyaçlarını karşılamak için değil, kâr etmek için yapıldığı sürece; insan toplumları bu ilişki temelinde örgütlenmiş olduğu sürece, Marx’ın yazdıkları geçerli olacak. Ancak bunlar değiştiğinde, Marx’ı siyasî ihtiyaç olarak değil, zevk için veya düşünce tarihine meraklı olduğumuz için okuyacağız. Bugün ise ihtiyaç.
Bugün o bahsedilen “hayalet” tüm dünyada dolaşmaktadır. Çünkü dünyanın her yerinde ezen-ezilen mücadelesi mevcuttur. Ve tarihten öğrendiğimiz üzere bu mücadele bazı dönemlerde en belirgin haliyle kendisini göstermiştir. Bu, “hayaletin” isyanı ve devrimlerinin tarihidir. Ve iç içe geçmiş süreçlerle ifade edilen sosyal tarih büyük baskıların, derin sessizliklerin; yeninin her anlamında mümkün olduğu, gösterişli, daha büyük isyanların ve devrimlerin geleceğinin bildirisidir. Güncel olarak Fransa da ki Sarı Yelekliler olarak adlandırılan isyan bu tarihin ön gördüğü ve bahsettiği “hayalettir”. Türkiye’nin ise en yakın tarihli geniş çaplı isyanı Gezi isyanı olmuştur. Sarı Yelekliler ve Gezi için epeyce yazınsal külliyet oluştu. Çok lafı edildi. Gezi için ise mevzu hala doğal olarak birileri tarafından korkulur bulunmasıdır. “Hayalet” ise korkularını haklı bulmakta, başımıza ne gelir i değil başlarına ne getireceğini düşünmekte. Biliyoruz ki OHAL’in tüm uygulamalarına ve devletin AKP/MHP’de ifadesini bulan gerici- faşist tahakkümüne rağmen geniş yığınlarda büyük bir öfke birikmektedir. Düzene yönelik öfke, yığınların kılcal damarlarında, patlamak üzere volkanın ağzına doğru yürüyen birer lav gibidir! Devletin bu gerçeğin son derece farkında olduğu da gün gibi açıktır. Aradan beş yıl geçmesine rağmen dinmeyen Gezi korkusu bunun bir göstergesidir. Gezi İsyanı’nda öne çıkan aydın ve sanatçılara, akademisyenlere yönelik ev baskınları ve gözaltılar, geriye dönük bir şekilde yeni Gezi davalarının açılması, faşist diktatörlüğün Gezi korkusunun yeniden hortladığını göstermiştir. Bunun büyük bir etkeni elbette Sarı Yeleklilerdir. Sarı yelek hareketinin başlamasından itibaren devlet yöneticileri tarafından dillendirilerek kimse aklına bile getirmesin tehditleri savruldu. Hatta Türkiye’de sarı yelek satışında artış olup olmadığını araştırmış olmaları da kendi ifadeleridir. Günden güne zorlaşan geçim derdine karşın göz boyamak, ekonomik krizin perdesi olarak kullanma niyetiyle yapılan asgari ücret zammı çözüm değildir. Sorunu yaratanlardan çözüm üretecek bir adımda beklenemez. Halkın öfkesini dağıtacak birçok etken ortaya atarak sürekli devletin büyüklüğü, iriliği, kocamanlıgı, megalığı söylemleri ile propaganda yapılsa da bu bahsedilen boyutlandırmaların halka bir faydasının olmadığı aksine zararı olduğu ortada değil mi? Ya da halkların sorunu güvenlik değil yoksulluktur. İktidar sahiplerinin sıkça kullandığı Rojava işgali halkların sorunlarını çözmez aksine körükler…
Her bir yandan farklı baskılarla birer birer mücadele etmek zorunda kalan toplumun dinamik yanları kadınlar ve gençlerdir. Bu sebeple mücadelenin en hareketli ve ön halkası kadınlara, gençlere ve onların örgütlü mücadelesine düşmektedir.
Biz Yeni Demokrat Gençlik olarak kadınları, gençleri ve her türden baskıya-sömürüye maruz kalanları içlerindeki öfkeyi örgütlü mücadeleye dönüştürmeye, birlikte ‘hayaleti’ dirilmeye çağırıyoruz.