24 Haziran seçimlerinin ardından AKP hükümeti yeni Bakanlar Kabinesini açıklamıştı. Kabinede en çarpıcı isim Genel Kurmay Başkanı Hulusi Akar oldu. Akar yeni kabinede Milli Savunma Bakanı görevine getirildi. Bu durum, kışlanın doğrudan siyasetin merkezinde konumlanması anlamını taşıyor.
TC Devleti yönetiminde, devletin kurulduğu günden bu yana her daim askeri bir kanadın varlığı söz konusu olmuştur. TC’nin kuruluş evresindeki 1. Meclis (TBMM) olarak da bilinen kurucu meclisteki mebusların neredeyse tamamının üst düzey rütbeli subaylardan oluşması esasında bu devletin stratejik olarak üzerinde yükseldiği temel tarihi kolonların karakteristiğini açıklar niteliktedir.
TC Devleti ilerleyen yıllarda her ne kadar ordu ile siyaset alanını birbirinden ayırma iddiasıyla hareket etse de devletin yönetim kademesindeki en üst mercii olan Cumhurbaşkanlığı’na “başkomutanlık” rütbesi tayin edilmiş ve askeri karakteristik varlığını oldukça görünür bir biçimde sürdürmüştür.
Dönem dönem “kışla ile siyaset birbirinden ayrılmalı” tartışmaları AKP hükümeti yürütülse de TC tarihine bu tartışmalar değil, “Askeri Cunta”lar damgasını vurmuştur. (Bkz. 27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980 ve 28 Şubat postmodern darbesi de unutulmamalı tabi(!) TC tarihinde Ordu’nun yönetimde söz sahibi olma isteğinin somut karşılığı askeri darbe süreçleridir. Dünden bugüne bu askeri muhtevanın çok uzağında bir toplumsal inşa söz konusu olmamıştır. Bugün yürürlükte olan “82 Anayasası” diye tabir edilen TC anayasası bir darbe anayasasıdır. Askeri akılla toplanmış ve düzenlenmiştir. TC tarihinde askeri darbelerin bu denli geniş yer tutması beraberinde yukarıda da kısaca bahsini ettiğimiz, “Kışla ile siyaset birbirinden ayrılmalı” tartışmalarını getirmiştir. Bu tartışmalar belirli aralıklarla ülke gündeminde genişçe yer tutsa da esasen hiçbir sonuca bağlanmamış, tartışmalar sonrası iktidar çok daha güçlü bir biçimde askeri karakteristiğinin altını çizmiştir.
Son yıllarda savaş politikaları eşliğinde, içinde bulunduğu yönetme krizini ötelemeye çalışan AKP Hükümeti, “Çözüm” sürecinin ardından durmaksızın bir saldırı politikası izleyerek T. Kürdistanı halkını katlederek milliyetçi şovenist bir dalgadan nemalanmak istemiştir. Bu gelişmelerin yanı sıra ülke sınırlarının dışında Suriye’de sürmekte olan savaştan toprak kapma gayesi ile Suriye topraklarında ÖSO çeteleriyle işbirliği içinde hareket etmeye başlamış ve bir dizi operasyon düzenlemiştir. İçerideki ekonomik, sosyal ve siyasal krizi savaş politikası güderek öteleyeceğine inancı tam olan AKP hükümetinin tek kozu bu askeri operasyonlar olmamıştır. 2016 yılında sahneye koyduğu 15 Temmuz mizanseninin ile iktidarını sağlamlaştırmış ve bu kriz süreçlerinden 15 Temmuz sonrası elde ettiği psikolojik ve siyasal üstünlük ile çıkmıştır. Uygulamaya koyulan OHAL ve KHK’ler bu meselenin pratik tezahürleridir. 15 Temmuz mizansenin sergilendiği sırada Genel Kurmay Başkanı olan Hulusi Akar, “Devletin yılmaz savunucusu ve koruyucusu, vatansever kahraman” olarak medyaya lanse edilmiştir. Bugün ise medyada bu denli parlatılmasının nişanesi olarak Milli Savunma Bakanlığı koltuğuna oturtulmuştur. Ancak bu meseleyi yalnızca medya nişanesi olarak okumak meseleyi özü dışında tartışmaya sebebiyet verecektir. Hulusi Akar’ın Milli Savunma Bakanlığı görevine getirilmesi TC Devleti’nin üzerinde yükseldiği askeri karakteristikten bağımsız okunmamalıdır. AKP Hükümeti Kemalist devlet ideolojisinin özüne uygun hareket ederek kabinesini oluşturmuştur. On yıllardır kışla tesirli siyaset yaptığı iddiasının karşısında duran TC devleti açısından Hulusi Akar’ın bakanlığı kışla merkezli siyasetin teşhiri niteliğini de taşımaktadır. Bu sayede Erdoğan, Kemalist devlet ideolojisine bağlılığını sergilerken aynı zamanda iktidarını revize ederek sağlamlaştırma yoluna gitmektedir. Fakat ötelenen krizin boyutu her geçen gün büyümekte ve yeni açmazlar doğurmaktadır. Kışla merkezli siyaset her ne kadar bu krize çözüm olmasa da devletin büyük ölçüde önünü açacak ve deyim yerindeyse “rahat” adımlar atmasını sağlayacaktır.
Bizler mücadelemizin yarın için bugünden daha zor olacağının bilincindeyiz. Çetinleşen mücadele koşullarında saflarımızı bir an olsun terk etmeyecek ve burjuva-Kemalist-faşist diktatörlüğe karşı mücadele şiarını yükseltmekten geri durmayacağız.
Ankara’dan bir YDG’li