Mücadelenin, tarihin içinden çıkıp gelen karakteri, insanlık tarihi boyunca egemenlerin, toplumun ezilen kesimlerini tahakküm altına almak için gerçekleştirdiği saldırılar karşısında, geliştirilen pratiğin kendisi olmasından gelir. Tarih boyunca egemen sınıflar emekçi sınıfları tahakküm altına almak için çeşitli biçimlerde saldırılar gerçekleştirmiş buna karşılık emekçi sınıflar çeşitli mücadele biçimleri geliştirmiştir. İnsanlığın her ileri atılışı, insanlık dışı uygulamalarla bastırılmak istenmiştir. Öyle ki doğayı keşfeden filozoflar dahi insanlığa verdikleri ilhama karşılık; katledilerek ortadan kaldırılmak istenmiş, egemenlerin mevcudu koruma, kendi çıkarlarını genişletme amacı çağlar boyunca ezilenlerin boynunda bir cellat olarak beklemeye devam etmiştir.
Antik Yunan’da doğayı keşfetme çabası içerisinde olan ve kendi düşüncelerini sonuna kadar savunan Sokrates düşüncelerinden kaynaklı öldürülmüştür. Galileo dünyanın bir tepsi halinde olduğunu söyleyen Ortaçağ karanlığına karşı bilimsel incelemeler sonucunda keşfettiği dünyanın yuvarlak olduğu tespitini savunduğu için Engizisyon mahkemelerince müebbet hapis cezası almıştır. Dünyayı çeşitli biçimlerde yorumlayanlar bu uygulamalarla karşılaşırken; onu değiştirme iddiasında bulunanların, egemenler tarafından daha barbar bir saldırıyla karşılaşması anlaşılabilir. Roma’da barbar aristokratların, toprak sahiplerinin uygulamalarına isyan ederek, özgürlük mücadelesi veren Spartaküs’ün 6 bin arkadaşı çarmıha gerilerek katledilirken, katledilen Spartaküs’ün bedeni ortadan kaldırılarak topluma örnek olabilecek bir mücadelenin tüm izleri silinmek istenmiştir. Dünyayı değiştirme pratiği tarihte Spartaküsler, Şeyh Bedrettinler tarafından hayata geçirilmek istenirken günümüzde bu iddiayı sahiplenenler devrimciler olmaktadır.
Dün dünyayı keşfetmeye ve onu değiştirmeye çalışanlara uygulananlar, bugün TC devleti tarafından uygulanmaya devam edilmektedir. Ülkemizde devrimciler, demokratlar, yurtseverler egemenlerin çıkarları ve bekası için katlediliyor, tutsak ediliyor, insanlık dışı uygulamalara maruz bırakılıyor. Egemenlerin bu saldırıları halkı teslim almaya yöneliktir.
İnsanlığın kazanımları egemenlerin yasalarınca dahi belli oranda tanınmak zorunda bırakılmıştır. Ancak egemenler bu yasaları dahi gasp etmeye, insanlığın her türlü ileri adımına yönelik saldırılarını sürdürmeye devam etmektedir. Ancak egemenlerin bu saldırılarına karşı ezilenler mücadele biçimleri geliştirmiş ve bu mücadele örgütlü bir şekilde sürdürülmektedir. Zindanlar örgütlü mücadelenin geliştirildiği alanlardan birisi olmuştur. 1971 faşist cuntasına karşı zindanlarda geliştirilmeye başlanan örgütlü zindan direnişleri günümüze kadar devam etmiştir. TC devleti zindanlarda gerçekleştirilen bu örgütlü direniş karşısında birçok defa yenilgiye uğramıştır. Ancak tekrar tekrar farklı biçimlerle bu saldırılarını uygulamaya devam etmiştir. Buna en iyi örneklerden biri 12 Eylül Askeri Faşist Cuntası’nın uygulamaları gösterilebilir. Ancak bu saldırıda zindanlarda geliştirilen direniş biçimleri ile yenilgiye uğratılmış; komünist, devrimci, yurtsever güçler gösterdiği çelikleşen bir devrimci irade olarak ortaya çıkan direniş, bu saldırının amaçlarını boşa düşüren bir hal almıştır. Ancak 1990’lara gelindiğinde dünyada sosyal emperyalizmin tasfiye olduğu, devrimci mücadelenin ideolojik olarak tasfiye edilmeye çalışıldığı bir süreç başlatılmıştır. Bu saldırılar aynı düzlemde devrimci tutsakların teslim alınmasına yönelik adımların da başlangıcı olma özelliği taşımaktadır. Ülkemizde Eskişehir tabutlukları ile tecrit edilmek istenen ve bu yol ile teslim alınmaya çalışılan devrimci/komünist güçler bir direniş hattı oluşturmuş,1996’da gerçekleştirilen ölüm oruçları ile bu saldırıya geri adım attırılırken, 2000 yılının başında inşa edilen birçok F tipi Hapishane ile bu saldırı yeniden gündeme getirilmiştir.
Tecrit, izolasyon ve örgütsüzlük olarak gündeme getirilen bu saldırı, yaşamın tüm değerlerini savunmak için yaşamın bir silaha dönüştürüldüğü ölüm orucu direnişiyle karşılandı. TC devleti yaşamın bir silaha dönüştüğü bu direniş karşısında “iktidarını tahsis etmek” adına bir katliama, 28 devrimcinin katledilmesiyle, yüzlerce devrimcinin uzun süreli sağlık problemlerinin oluşmasıyla sonuçlanacak bir operasyona girişmiştir. Operasyon sonucunda yüzlerce devrimci F tiplerine taşınmış bu şekilde teslim alınmaya çalışılmıştır. TC devleti ilk pratiğini fiziksel katliamı hedefleyerek gerçekleştirirken F tipleriyle örgütsüzlüğü ortaya çıkartarak ideolojik olarak katliamı hedeflemiştir. Buna karşılık devrimciler tarafından yaratılan örgütlülükler bugün her koşul altında sürdürülmekte, saldırılar boşa düşürülmektedir. Tabiri caizse Hitler faşizmi tarafından uzun süre tutsak tutulan ve ardından kurşuna dizilen Julias Fucik’in “İki komünist bir araya geldi mi hemen bir örgüt kurar, toplantısını yapıp faaliyete başlar” değerlendirmesi bugün zindanlarda devrimciler açısından öğreti olmaya devam etmektedir.
Bugün devlet “Tek Tip Elbise” tecrit, ayakta sayım, yayın yasakları gibi yöntemlerle saldırılarını sürdürmeye çalışmaktadır. Komünist/devrimci güçler deneyimleri ve yarattıkları değerleriyle tüm bu saldırıları boşa düşürme iradesine sahiptirler. 19-22 Aralık operasyonuna devrimci tutsakların “Devrimci irade teslim alınamaz!” sloganları bizlere ve TC devletine bir talep yahut bir çağrıdan bahsetmemektedir. Nesnel gerçekliği ifade etmektedir. Unutulmamalıdır ki çeliğe vurulan her darbe sadece onu güçlendirecektir. TC devleti mücadelenin ateşinde çelikleşen bu irade karşısında yenilecektir!