Ocak’tayız. Hüznün ve direncin yüreklere sığmadığı günlerdeyiz. Toprağa kaldırıma betona deryalara düşüp kaybettiğmiz canlarımızı asla unutmamamız gereken günlerden geçiyoruz. Hatıralarını her zamandan daha güçlü yaşatmamız gereken günlerdeyiz. Bunun güncele ve ana ilişkin sınıfsal ve duygusal nedenleri güçlüdür, çünkü dökülen kan lekeleri halen bütün acısıyla hafızalarımızdadır.
Özgürlüğün sayısız öncü ve önderini, sayısız aydın ve şairini, yazar ve devrimin dostunu Ocak’ta yitirdik. Karanlık ve yoksulluk dolu dünyada yılın her ay ve gününü acı ve öfkeyle, hüzün ve dirençle beraber yaşamayı öğrendik. Öğreniyoruz acılardan. Bilinç ve dirençten başka hiç bir şeye ihtiyacımız olmadığını yaşayarak, düşünerek, savaşarak öğreniyoruz.
İstanbul’un soğuk bir ocak gününde Hrant’ı kalleşçe arkadan vurdular. Kaldırımda kaldı yırtık delik ayakkabası. Manuelimiz’i de Ocak’ta Filistin askısında, işkencede katlettiler. Ser verip sır vermeme geleneğini kan damlaları içinde günlerce tarifsiz acılar çekerek yaşattı. Kendisinden öncekiler gibi kanıyla özgürlüğün adını Ermenice duvara yazdı.
Hrant’ın ve Manuel’in insan gülüşlü resimlerine sadece Dersimli yoksul çobanlar bakarak öfkelerini bilemediler. Ermeni yetimhanelerindeki arkadaşları Armenak Bakır, Nubar Yalım, Nubar Ozanyan, Hayrabet Hançer’in isimlerini okul duvarlarına ve sıralarına yazdıkları gibi Hrant’ın ve Manuel’in de ismini intikam yeminlerine yazdılar. Geride kalan yoldaşları asla unutmadı direnmeyi ve mücadele etmeyi. Asla unutmadı katliamları ve kalleş pusuları.
Hrantımız’ı ve Manuelimiz’i kara bir Ocak gününde katledenler tarihsel Ermeni düşmanlığının kini içinde bir kez daha kirlendiler. Aradan bir asır geçmesine karşın kara bir günün ocağında bir kez daha mazlum Ermeni halkının kan lekelerini kaldırıma işlemekten usanmadılar ve yaptıklarından utanmadılar. Hrant’ın kaldırımda uzanan ince uzun bedenini saatlerce yerde bıraktırarak geride kalanlara korku vermek, Manuel’in kanlı resmini kavga arkadaşlarına göstererek ihanetin yolunu açmak istediler. Ancak unuttukları bir şey vardı ki korku son haddine vardığında cesaretten daha büyük doğum gerçekleştirmez. Yıkıntılar ve cesetler arasında büyüyen sadece direniş olur.
Ermeni halkı çok iyi bilir Giligya yıkıntılarını, Der-Zor çöllerini, Mergede, Endivar, Şedade, Hol ve Serekaniye’de toprağa düşen yüzbinlerce cansız bedeni. Çorak topraklarda açlıktan ve kılıç darbeleri altında katledilmiş anne-babalarının yasını bile tutmayı bilemeden “anne” diye ağlayarak özgürlüklerini arayan çocukların sayısının yüzbinler olduğunu her yetim kalan Ermeni çocuğu iyi bilir.
Toprağa ve taşlara işlenen kan lekesi geçmez. Biz evlerimizi, ocaklarımızı kuşatmaya gelen gözlerinde talan ve soygun ateşi, ağızlarında küfür ve tehditler olan katiller sürüsünü unutmadık. Bıçak ve baltalarla kesilen kol ve bacakların acısını unutmadık. Korkudan dehşete düşerek ağlayamayacak kadar taş kesilen mazlum gözleri hiç unutmadık.
Direnişten başka inancın bırakılmadığı evlatlar eğitti soykırım. Zulümden utanan, yalnızlıktan korkan evlatlar yetiştirdi katliamlar. Küçük bir direnişin bile en büyük mutluluktan daha değerli olduğunu öğrendi zulüm yaşamış halklar. Ermeni halkının acısı bitmedi. Biz iyi tanırız zulmün her türlü iğrenç yüzünü. İyi tanırız katilleri.
Kan lekeleri yerden silinmedikçe kimse yaşanan felaketi unutmaz!
Bir Partizan