“…Herkes gibi ben de tasvip etmediğim görüşleri eleştirmişimdir. Ama asla temsil ettiğim kamu gücünü kullanarak kimsenin hayat tarzına müdahale sayılabilecek bir yola başvurmadım.”
Reina saldırısının ardından ne kadar da masumca bir söz ve ne kadar masum bir cumhurbaşkanı var karşımızda! Sanıyorsun ki Türkiye dünyanın her yerinden bağımsız erkliği, faşizmi kendi içinde öldürmüş, çok sesli bir ülke. Öyle her yıl katliam çetelesine yenisi eklenmiyor, insanlar kimliklerinden ötürü katledilmiyor. En fazla polisinin, bakanlarının, gerici güruhunun kulağına bir şeytan gelip erkliği, faşizmi üfürüp üfürüp kaçıyordur! Ama biz kaşınıyoruz işte. Her an sosyal medyada, sokakta, okulda, iş yerlerinde atıp tutuyoruz insancıkların arkasından. Vah zavallılar vah… Bu ne bedbaht hayat!
Gerçekten de zavallı insancıklar var karşı kıyıda. Bir adaya yerleşmişler, çevrelerine de tel örgü çekmişler, halkla hiç alakaları yokmuş gibi davranıyorlar. Yeri geldiğinde halkı sebep göstermeden hain ilan edenler, katledenler yaşam tarzımıza karışmıyorlarmış. Bak sen şu işe! 15 Temmuz mitinglerinde Hitler gibi sahnelerden inmeyip “bu millete istediğini vereceğiz, gerekirse idamı getireceğiz” diyen ve kendilerine göre bir toplum yaratmayı amaçladıklarını vurgulayan da bendim galiba. Tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek ses yazılarını boy boy bilboardlara astıran, yeterli bulmayıp yeni bilboardlar yaptıran da bendim değil mi! En ufak bir örnekle poşu taktığı için 25 ay tutuklu kalan üniversite öğrencisi Cihan Kırmızıgül’ü hatırlatmak gerekiyor. Ya da “benim türbanlı bacılarım” deyip de 8 Mart’ta türbanlı annelerin kendi kolluk güçlerince darp edilmesini…
Halk, Gezi’de direnişi ilmek ilmek örerken “İnsanlarımızı kandırıyorlar. Bunların hepsi çapulcu. Ancak yakmayı (devlet ve yakmak bkz.: 1993 Madımak Otel/ Sivas katliamı, son moda HDP binaları), yıkmayı bilirler. Peki biz ne yapacağız, karşılarında olacağız” sözleriyle karşısındaki palalı güruhu coşturuyordu. O zaman da mesele sadece Gezi meselesi değildi elbet. Şimdi de mesele sadece Reina değil, bunuda hatırlasınlar.
O hep doğru söylemişti de bizler yanlış anlamıştık galiba. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanlığı yaptığı dönemde de “Makyaj yapan kadının kaportası bozuktur” demişti. Etkileyici kelime belki kaportaydı orada ‘çok saygı- değer’ CHP zihniyeti için. Ama burada da mesele ka- porta meselesi değildi. Belki de İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı iken “delikanlı”ydı, ağzından çıkanla kulağının duyduğu/duymak istediği de tutuyordu bel- ki. Zira o dönem “Bu feministler formalite icabı ko- calarından boşanıyorlar. Neymiş; isteyen istediğinden çocuk yapabilmeliymiş. Bu ülkeyi p… yuvasına mı çe- vireceksiniz” de demişti. Asıl meselesi belki de çocuk- tu. O kadar takılmıştı ki çocuk meselesine, 3’tür 5’tir at yarışı kuponu dolduruyordu “milleti” adına. Acaba kim daha çok çocuk yapıp Tayyip’in gözüne girecek- ti. Ama yetmezdi kendi taraftarlarının onu dinlemesi.
Tek millet, tek din, tek dil, ama 5 çocuk şarttı. Bir de “feminiklerin” günü gösterilmeli, bu ülkenin her karış toprağı kadınların
kanlarıyla sulanmalı ya, “doğum kontrolü ihanettir, kürtaj yaptıran kadın katildir” dedi. Hızını alamadı, fakat bu sefer büyümüştü. Belediye başkanlığından başbakanlığa uçmuştu. Anneler ve evlatları, dram türü kısa filme hoş geldiniz, dedik. “Anneliği reddeden kadın yarımdır, eksiktir” dedi. Zaten ‘kadın mıdır kız mıdır’ anne olamamışsa, kaportası da bozuk olur, börek de açamaz, yuva da kuramaz, sözlerini her gün her yerde duyduk. Hele bir de şort giyip sokağa çıkarsa bir mır bir kötek de hakkıdır, dediler. Ama bak şimdi anne olmayı yaşam tarzı haline getirmek de yetmiyormuş. Hamileyken dışarı çıkmazsa en hayırlısı olurmuş. Niye, televizyonlarda milletin yatağına karışırken sen utanmıyorsun da hayatın en doğal halinden biz niye utanalım!
Tüm bunları böyle açık açık söyleyince de meclis bahçelerinden laf atıyor aklı sıra. Düşünsenize, yaşadığınız ülkenin televizyon kanallarında her akşam faşizmin, gericiliğin en saf hali karşınızda. Gerçekten de her şeyimiz tek oldu. Tek düze, tek bir diktatör, devletin yeni diktatörü her akşam tüm kanalları işgal ediyor da milyonlarca iletişim mezunu gazeteci, muhabir nerede? “Bu ülkede basın özgürlüğü diye bir şey var.” Ama bizim gazeteciler, muhabirler utangaç galiba. Utangaç oldukları kadar da yüzsüz olabilirler mi ki? Hem gerçekleri yazma hem de tutuklan durduk yere. İş yapmamaya bahane arıyorlar gibi… Ya arkadaşım bütün dünya araştırmalarında, anketlerinde, dergilerinde Türkiye’de basın özgürlüğünün katledildiği yazıyor. Belki de çocuklarına okula başlarken yapmamaları gereken 3 şeyden birinin Türkiye’de gazetecilik olduğunu söylüyor olabilirler bile.
İnsanların kaygılarını körükleyebilecekleri her yola başvurup, işlerinden de ettiler. Onlar işinden oldu, biz öğretmenlerimizden. Akademisyensiz üniversite mi olur acaba? O kadar tekçiler ki herhâlde on dersle bir öğretmen ilgilenecek. Korkunun bu kadarı işte. Aynı zihniyet sahipleri satranca şeytan işi dedi ya, inanan da bunlardan korkuyordur.
‘Adamlar’ arsız. Adam demişken yaşam tarzını boş verin. Ölüm tarzımıza bile karışıyorlar. Onlar öldürmeyi iyi bilirler. “Bir adam gibi ölmek var, bir de madam gibi ölmek var. Biz ölürsek adam gibi ölürüz.” diyor. Kendi TDK’larında böyle anlamsız kelimelerin olduğu doğrudur. Ama neticede erkliğin vitaminsiz hücrelerince uydurulmuş bir kelime olmasından mütevellit biz almayalım. Zaten sokak ortalarında faili kendileri olan katliamları, toplu katliamlarıyla her gün burun burunayken, yaşam tarzı diye diretmeleri de bir garipti. Siz her türlü ölebilirsiniz. Hatta çok BaşKANfobik’im keşke ölsen!
Tek tek diye diye tek hücreli canlıya dönüşmüş bu şahsın karşısında kelimeler kifayetsiz kalıyor. Ya sen altı üstü tek hücreli bir şeysin. Hayır, yani burada bize karıştığın yetmiyor da elin memleketine ne diye karışıyorsun? Hayır, gerçekten bu bir soru. “NATO Libya’ya o toprakların Libyalılara ait olduğunu göstermek için girmelidir”. N’apacan ya sen Libya’yı? “Büyük Ortadoğu Projesinin eşbaşkanlarıyız”. Türkiye’de DBP’lilerin eşbaşkanlık kelimesini kullanmalarını tutuklanma sebebi olarak gören sen, korkak mısın azıcık? Kürdistan kurulur diye korkuyorsun değil mi? Bu, ne derse desin o tekçiliğiyle Hitler gibi delirip intihar edecek mesela. Bize OHAL’leri KHK’leri yakıştırır, kendisine Ortadoğu’nun eşbaşkanlığını! Bu şimdi Rojava’yı da kıskanıyordur. Düşünüyordur, Kürtlerin kurtuluş savaşı destanının en güzel adımları yazılıyor tarihe (En güzel demiyordur tabii, lanet olası federaller demiş olabilir.)
Hayır, bir de Tayland’ı örnek gösterip sigara içme özgürlüğü diye bir şey olamaz demişti (bunu hatırlatmamak olmazdı gerçekten). Hayır, sen varken biz içmeyelim de kim içsin? Bir de kendi kendine Ferdi Tayfur’un ‘sigarayı bıraktım’ şarkısını söyleyerek çektiği kamu spotunu izleyince daha çok içesi geliyor insanın. Bu kadar çok Hayır demişken, başKANlığa HAYIR. Ama çok istiyorsa başKAN olmak pabucumun başkanı yok- tu ne zamandır, söyleyin gelsin. Ya da bu kadar büyük düşünmesin. Hala, dayı filan olsun. Emekli olsun, çiçekler iyi geliyor insana. Evet insana…
Mesele özgürlükler, kısıtlama, tekçilik ve bir bütün devletin Tayyip’i olunca söz bitmiyor. Burada bahsi geçenlerden daha fazlasını görmek istiyorsanız Hitler Almanya’sına bakabilirsiniz. Ne de olsa burası da başkanlık için referanduma gidilen son 10 yılda ve öncesinde Tayyip Türkiyesi olmaya hazırlandı. Bu hazırlıkların içerisinde; sayılması utanç verecek kadar, çok insan katledildi. Her yerde tek millet, tek bayrak, tek vatanı boy boy yazarken bazı insandan bozmalar (Perinçek) “Diktatör diyerek devleti yıkmak istiyorlar” dedi. Tek ses olmaya katkı sağlamak için yeni hapishaneler yapılmaya başlandı bile. Pire için yorgan yakmak sorun değil, neticede yorgan onların üzerini örtmüyor. Referandumda evet oyu artsın diye, hayır diyecek herkesi tutukluyorlar. Öyle milletin iradesi filan olmayacak yani. Hatta belki referanduma dair yazı yazacak bir dergimiz de olmaz bir süre sonra. Ya yayınevini tutuklayacaklar ya bizi. Tutsaklık merakından değil de bir diktatör yetişiyorsa çağınızda, isyancı olmamanız imkansız. Öylesine bekleyemeyiz ya. Bu temizlik ve başkanlık operasyonunun namlusunu okula, işe, eve, eğlenmeye giderken de ensemizde hissetmiyor muyuz? Her yer savaş kokuyor. Her yer kan… Lafı mizahı bir kenara, şimdi kimse yaşamındaki rutin sosyal organizasyonunda değişikliğe gitmedi mi? Yürüdüğümüz yolu değiştirdik be! Kadın olunca ayrı bir cefa… Bir yandan istediğim gibi giyinirim diyorsun. Bir yandan da her an bir bombadan ya da taciz/tecavüz saldırısından kaçman gerekebilir, rahat giyeyim diyorsun. Kimliğini kaybettirmeye çalışıyorlar yani. Herkese yaptıkları gibi. Neredeyse hepimiz maraton koşucularına döneceğiz. Bir AVM önünden geçerken kafamızı 23129 kere sağa sola döndürerek dünyanın dönüşüne meydan okuyoruz. Yaşam tarzı neydi? Yaşam tarzı; kimlikti, fikirdi, mücadeleydi, insanı insan yapan tüm değerleri ve alışkanlıklarıydı. O halde yaşam hakkının karşısına ölümü koyanlara karşı direnmeliydi…
Ankara’dan bir YDG’li