“Milletlerin kendi kaderlerini tayin hakkını tanımak, bir millet bu hakkı kullanmak, yani ayrılmak istediği zaman, onun karşısına asla engel ve güçlük çıkarmamak demektir. Komünistler, Kürt milletinin ayrı bir devlet kurup kurmayacağı kararını tamamen ve kesinlikle Kürt milletine bırakır. Kürt milleti isterse ayrı bir devlet kurar, istemezse kurmaz. Buna karar verecek olan başkaları değil, Kürt milletidir.” (İbrahim Kaypakkaya, Seçme Yazılar, Umut Yayımcılık)
Yarın Irak Kurdistanı’nda yapılması planlanan bağımsızlık referandumuna karşı emperyalist cenah ve onun yerli işbirlikçisi konumunda bulunan faşist TC devletinin tehditkar açıklamaları sürüyor. Dün TBMM’den geçen tezkere kararı ile durum başka bir boyuta ulaştı. Öncelikle IKBY’nin TC ve emperyalitler ile kirli ilişkilerini bir kenara bırakıp bu referandumu Kürt ulusunun iradesi üzerinden değerlendirmek gerekmektedir. Ezilen tüm ulusların kendi kaderini tayin etme hakkı vardır. Bu ulusların kendi kaderlerini tayin etmedeki yol, yöntem, politik/siyasal zemini ne olursa olsun bunu destekleme yönündeki “zorunluluğun” önünde hiçbir şey engel teşkil etmez/edemez. Yine bu hakkın kullanılması karşısına dikilen, ilerici yada gerici herhangi bir kesimin/örgütün yada devlet kurumunun tavrı kabul edilemez/edilmemelidir.
“Irak’ta birlikten yanayız” safsatasının özünde ne yatıyor?
Kendisini sol olarak nitelendirmekten zerre kadar beis görmeyen kimi kesimler, yine Kürt sorununda şovenizm cephesinde birleşti. Buna elbette ki şaşırmadık. TDH’nin hala devletin resmi ideolojisi durumunda ki Kemalizm ve Kürt sorunu noktasında birçok eksiklikleri ve hatalı yaklaşımları mevcuttur. Yıllardır ağızdan düşmeyen “yaşasın halkların kardeşliği” sloganı da bunun bir örneğidir. Öncelikle belirtmek gerekirse, halklar arasında eşitlik olmaksızın kardeşlikten bahsetmek soyut bir ifade olarak kalır. Bu anlamı ile referandum için “birlik” çağrısı da aynı düzleme denk düşmekle birlikte, içi boş bir talep olmaktan öteye gitmez. Bu sloganın yaşamda hiçbir gerçekliği yoktur. Gerçekleri hem kitle tabanında hemde devlet mekanizmalarında Kürt ulusuna dönük düşmanlıkta görmek mümkündür. Yıllar geçmesine rağmen hala “kardeşlik” sloganı üzerinden Pollyannacılık oynamak Kürt ve diğer ezilen uluslara en büyük düşmanlıktır. Bu slogan bu ulusların taleplerini yok saymak, kazanımlarına sırt dönmek, milli baskıya göz yummaktır. Bugün çözüm, uluslar arasındaki eşitliği sağlamaktan geçer. Bu ulusların taleplerine destek olmak, kültürel miraslarına sahip çıkmaktan geçer. Hala bunun gerisinde kalmanın temelinde ise Kemalizm yatmaktadır. Bugünün sosyal-şovenleri, Misak-ı Milli sınırlarını geçmemeyi kendisine ilke edinen, “işçicilik” kılıfı ile ulusal baskıya göz yuman anlayıştır.
Bugünün görevi nedir?
Halkın en ufak özerklik talebine dahi azgınca saldırılar gerçekleştirilmesi, katliamlara ve infazlara girişilmesi, en önemlisi ulusal miraslara saldırılıp Kürtçenin yasaklanması ve tarihsel/kültürel değerlerin yok edilmek istenmesi ile TC devleti “tek ulus” paradigması üzerinden kendisini şekillendirmektedir. Ezilen uluslara düşmanlık üzerinden kendisini ifade eden devlet, özünde Hitler’in tek uluslu devlet modelini örnek almaktadır. Kürt ulusunun iradesi ile seçilen belediyelere kayyum atanması, bu bölgedeki Kürtçe isim ve tabelalara saldırılması ve yasaklanması, bölgedeki tarihsel dokunun hedeflenmesi, Kürt ulusunun iradesi ile seçilen milletvekillerinin tutuklanması bunun göstergesidir.
Bugün TC’nin bağımsızlık referandumuna bu kadar azgınca saldırması, Kürt ulusunun iradesi ile ortaya çıkan enerjinin T. Kürdistanı’na sıçramasından duyulan korkudan kaynaklanmaktadır. Düne kadar Irak merkezi hükümeti yerine Barzani’yi muhatap alan, başta petrol olmak üzere her türlü ticari ilişkiyi geliştirmeyi hedefleyen, peşmergeleri Türkiye sınırından Rojava’ya geçiren TC devletinin Barzani’ye karşı bir anda askeri müdahale tehdidine varan düşmanlığının altında Kürt ulusunun iradesine duyulan düşmanlık yatmaktadır. TC devleti, IKBY ile olan ticari ilişkileri bozmak pahasına bağımsız bir Kürt devleti kurulmasını istemeyecektir. Gerekirse Irak merkezi hükümeti ile anlaşıp savaş yoluna dahi gidebilir.
“Komünistler, bir milletin ayrılma isteğinin önüne kendileri asla engel çıkarmayacağı gibi, burjuva ve toprak ağalarının hükümetinin engel çıkarma, zor kullanma girişimleriyle de aktif olarak mücadele eder. Her türlü dış müdahaleye karşı mücadele eder. Eğer Kürt proletaryası ve emekçileri ayrılmanın devrimi zayıflatacağının bilincinde ise, o zaten birleşmek yolunda elinden geleni yapacaktır; bilincinde değilse, onun adına dışarıdan müdahaleye kimsenin hakkı yoktur. Dışarıdan müdahale, zor kullanma, ayrılma isteğinin önüne engel çıkarma hangi gerekçeyle olursa olsun, “ulusların kendi kaderini tayin hakkı”na bir tecavüzdür. Böyle bir tecavüz, işçilerin ve emekçilerin birliğini baltalar, birbirine güvenini sarsar, milli düşmanlıkları körükler, sonuç olarak, uzun vadede proletaryanın davasına büyük zararlar verir.” (İbrahim Kaypakkaya, Seçme Eserler, Umut Yayımcılık)
Bugün Kürdistan coğrafyasının her tarafında Kürt ulusuna dönük imha politikaları devrededir. Başta TC devleti olmak üzere hakim ulus milliyetçiliğini temel alan devletlere ve anlayışlara karşı mücadele etmek, Kürt ulusunun kazanımlarını desteklemek ve onun direnişinde özne olmak esas görevlerimizden biri olmalıdır. Bağımsızlık referandumu da bu yönü ile ele alınmalı ve desteklenmelidir. Kürt ulusunun iradesi karşısına dikilecek her güç ile mücadele etmek, demokratik halk devriminin gelişmesi noktasında önemli bir nüve taşı görevi görmektedir.
İstanbul’dan bir YDG’li