İki güzel, yiğit ve fedakar yoldaşımızı kaybetmenin acısı ve hüznü içerisindeyiz. Beklenmedik ölümleri ile bizleri derin ve tarifi imkansız bir acıya düşürdüler. Yaşamlarının büyük bölümünde kolektifimizin çalışmalara dâhil olan, eylemlerden eylemlere koşan bu iki can yoldaşımızın yerlerini doldurmak kuşkusuz çok zor. Onların yerlerini doldurmak ancak anılarına ve miraslarına sahip çıkılarak, düşlerini gerçeğe dönüştürerek gerçekleştirilebilir. Çünkü onların düşleri, demokratik halk devriminin ta kendisidir.
Amed’in güzel gülüşlü, tarihin vücut bulmuş hali Serdar yoldaş…
Serdar yoldaşla bir araya gelip sohbet etme fırsatımız hiç olmadı. Onu ilk olarak “Nenemin Masalları” adlı öykü kitabı ile tanımıştım. Yazdıkları ve söyledikleri bende farklı ama bir o kadar da hüzünlü bir duygu yaratmıştı. Kürt ve Ermeni asıllı olduğunu öğrendiğimde onunla tanışmamamıza rağmen ona karşı kanımın ısındığını fark ettim. Kuşkusuz bunda yazdıklarının ve sosyal-siyasal ve ulusal konumlanışının payı büyüktür. O, yazdıklarında sadece Ermeni halkının değil, tüm ezilen ulus ve inançların derin tarihsel acılarını işliyordu. O, bu topraklarda her türlü asimilasyon ve topyekûn imha politikasına karşı direnen ve varlığını korumaya çalışan çeşitli milliyetlerden kadim halkların ve inançların tarihsel izlerine ışık tutuyordu. İşte onun bu özelliği ezilen ulus ve inançlardan insanların ona karşı kanının ısınması kaçınılmaz bir hal alıyordu. Çünkü acılar aynıydı.
Serdar yoldaşı en son Komutan Nubar Ozanyan yoldaşın taziye ve anmasında görmüştüm. Her iki etkinliğe de Güzel Ana ile beraber gelmişti. Kol kola girerek kenetlenmiş bir biçimde ve o her zamanki gülen gözleri ile Nubar yoldaşımıza vefa borçlarını ödemeye gelmişlerdi. Nubar yoldaşın kaybı hepimizde derin etkiler bırakmıştı. Özellikle gençlik olarak onun mücadele geçmişini okuyup öğrendiğimizde onunla hem gururlanıyor hem de böylesi bir değeri kaybetmenin hüznünü yaşıyorduk. Onun yaşamını ve mücadele geçmişini öğrendikçe kendimi de daha fazla sorgular hale geldim. Çünkü Nubar yoldaş “nasıl yaşanılması gerekir” sorusunun en yalın ve en saf cevabıydı. Serdar yoldaşta Komutan Nubar’ın taziyesinde şunları söylüyordu; “Bu ülkede dünya çapında en büyük kırıma uğramış, yok olmakla yüz yüze kalmış bir toplumun çocuğudur. Aynı zamanda aile içindeki hikayelerle büyüdü. Yetimhane örgütlenmesi içinde yer alan bir arkadaştı. Onun hayatından öğrenilmesi gereken çok şey var.”
Nubar Ozanyan’ın reformizmin köküne dinamit koyduğunu belirtip şu sözleri bizlere bir şiar olarak bırakmıştı; “Komutan, cephede komutandır!”
Taziye boyunca Serdar yoldaşla birçok defa göz göze geldik. Her defasında o parıltılı gülen gözlerini gördükçe mutlu oluyordum. İnsanda bambaşka bir etki bırakan bir özelliğe sahipti. Az çok mücadele geçmişine dair bir şeyler duymuştum. Onunla mutlaka sohbet etmeli, bildiklerini ve yaşadıklarını dinlemeliydim. Ölümsüzleşmeden bir gün öncede aklıma düşmüştü. Onun gibi birinin saflarımızda olmasından gururlanıp kendimi mutlu ediyordum. Kim bilebilirdi ki, bir gün sonra onun bedenen aramızdan ayrılacağını.
Hayatım boyunca hiç cansız bir beden görmemiştim. Serdar yoldaşın tabutunu hazırlamak için morga girdiğimde onun solmuş bedeni karşısında içimde tarifsiz bir acı oluştu. O an oradan çıkmak istesem de yapamadım. Ona karşı ilk ve son görevimi yapmam gerekiyordu. O insanın içini ısıtan, mutlu eden gülüşünün ardından şimdi solgun bir yüz kalmıştı. Hayal kırıklığını iliklerime kadar hissetmiştim. Ondan öğreneceğim, dinleyeceğim birçok şey vardı oysa ki. O an ölümü ilk kez bu kadar çok içselleştirmiştim. Yaşamın bu gerçekliği ile ilk kez bu kadar yakınlaşmıştım. Tabutunu kızıl bez ile sararken içimi hüzün ve derin bir inanç karışımı bir duygu sarmıştı. Tabutu avluya çıkardığımızda alkışlar eşliğinde onu yoldaşları karşıladı. Sana layık bir yoldaş olabilmek çok zor Serdar yoldaş.
Sen, gerçeğin ta kendisisin.
Eylemlerimizin komutanı, yaşamımızın şen ve örnek insanı, Güzel Anamız…
Güzel Ana’yı anlatmak çok ama çok zor. Eminim ki onu tanıyan herkes böyle düşünür. Her şeyden önce bir tarihti Güzel Ana. En zor koşullarda dahi geri adım atmayan, inancı ve öfkesi ile gençlerin ağzını açık bırakan biriydi. O sadece kolektifimizin değil, tüm devrimci ve yurtseverlerin anasıydı. Kimin olduğuna bakmaksızın her eyleme koşardı. Özellikle merkezi eylemlerde Güzel Ana’yı görmemek imkansız gibi bir şeydi. Cumartesi Annelerinin daimi adalet arayışçısıydı. F Tipi’ne karşı eylemlerde en ön safları yine o doldururdu. O, eylem Güzel’imizdi bizim. Eylemlerin coşku ve inanç kaynağıydı.
Güzel Ana’yı fotoğraflarda ve videolarda çokça görmüştüm. Onunla ilk kez bir araya gelme fırsatını 2015 yılının başında ki Alevi mitinginde yakalamıştım. YDG olarak kortejimizi hazırlayıp yürüyüşe başladık. Çok geçmeden kortejimize dâhil olarak “bende gencim, benim yerim burası” diyerek pankartımızı tutmuştu. Tabi o an hepimizi bir kahkaha ve mutluluk sarmıştı. Kortejimiz yürüyüş boyunca elindeki pankart hiç bırakmayan Güzel Ana’nın espri ve inanç dolu sözleri ile hayli neşeli bir hale bürünmüştü. Sonrasında onu daha fazla tanıyıp zaman geçirdikçe onu hep manevi annem olarak gördüm, hissettim. Bu sadece benim için değil, onu tanıyan ve anlayan tüm yoldaşlar için geçerlidir. Neşesi ve inancı herkese umut veriyordu.
Güzel Ana ile özellikle son süreçte daha fazla zaman geçirme olanağımız oldu. Bu da onu daha fazla tanımama olanak sağladı. Gazete bürosuna her geldiğinde doğallığı ve saflığı ile ortamı bir anda neşelendirirdi. Onunla zaman geçirip de neşesiz olan bir insan göremezsiniz. Sanki sürekli neşe depoluyordu ve hiç bitmeyecek gibi hissediyordum. Özellikle gazete bürolarımızın işgal edilmesinden sonra kurumun sorunları ile daha fazla ilgilenir oldu ve gazete ile omuz omuza olmaktan bir an olsun tereddüt etmedi. Ama çokta kırgındı. Özellikle ailelerin bu tür iç sorunlarda olayın dışında tutulmasından rahatsızlık duyduğunu söylemişti.
Kadıköy’de yapılan kolektifin toplantısında öncülük görevini yine Güzel Ana üstlenmişti. Toplantının neredeyse yarısında Güzel Ana konuştu. Can sıkıcı bir havada olmamıza rağmen o konuştukça insanın içi umut ve neşe doluyordu. Adeta yeni bir kan geliyordu insanın vücuduna. Kuşkusuz bu süreçte onun yanımızdan bir an olsun ayrılmaması bize en büyük güç ve kuvvet veren faktör oldu. Güzel Ana ile en son Serdar yoldaşın anmasında bir arada olduk. Önceki gün mitinge gitmiş ve orada rahatsızlanmıştı. Ertesi gün cenaze törenine gelmesi beni kaygılandırsa da onun bu hali beni mutlu etmişti. Hayret ediyordum doğrusu bu kadına. 74 yaşında olmasına rağmen eylemden eyleme koşması inanılacak gibi değildi. Birçok yoldaşa taş çıkartacak bir kuvvete ve direngenliğe sahipti. Komutan Nubar yoldaşın taziyesinde PŞTA adına söz aldığında şunları söylüyordu; “Mücadelenin yaşı yoktur. Yaş hiç önemli değildir. Ben hastayım ben şuyum diyen gerekçe değildir. Beyin ve yürek oldu mu ne olursa olsun sana kar etmiyor. Birlik ve beraberlik esastır. Yeter ki mücadele etmek isteyelim. Her yerde her zaman kazanacağız.”
Onun dilinden bu sözler dökülürken bu kadar inançlı ve neşeli olmasının formülü de açığa çıkıyordu; Yeter ki mücadele etmek isteyelim!
Serdar yoldaşın tabutunu omuzum da kapıdan dışarıya çıkardıktan sonra daha 2-3 adım atmamıştım ki Güzel Ana hemen yanıma geldi. Tabutu omuzlamak istediğini söyledi ve o küçük ve ince bedenine rağmen tıpkı onlarca yoldaşımız gibi Serdar yoldaşımızın da tabutunu omuzuna aldı. Bu kez de Serdar yoldaşa vefa borcunu ödeyecekti. Bir eli tabutta, bir eli de sımsıkı yumruğu ile havada olan bu güzel kadına son kez bakıyordum. Keşke tekrar tekrar baksaydım. Onun umut ve inanç dolu yüreği hep yoldaşları için çarpardı. Onsuz büyük bir boşluk içinde olsak da şimdi artık bizim yüreklerimiz onun için çarpacak.
Gidenlerin ardından…
Gidenler içimizde bir parça hüzün bıraksa da, yaşamları ile daima manifestomuz olacaklardır. Çünkü onlar yaşamları ile bugün halk gençliğine örnek, mücadelelerine ve yaşamlarına rehberdirler. Onlar, içinden geldikleri acıların ve tarihsel haksızlıkların en dinmeyen çığlıklarıdır. Onların bu çığlığı Kürt, Ermeni ve çeşitli ezilen milliyetlerden halkların çığlığı ile birleşerek büyürdü. Çünkü onlar, tüm haksızlıkların en amansız düşmanıydılar. Nerede haksızlık, adaletsizlik ve eşitsizlik varsa orada oldular. Çığlıklarını başka acılar ile birleştirdiler.
Nubar, Serdar ve Güzel Ana, genç yoldaşlarına yaşamları ile sarsılmaz bir örnek, mücadeleleri ile ışıklı bir yol olacaklardır. Kuşkusuz onlardan öğrenecek çok şeyimiz var. Onlar gençliğe inandı ve güvendi. Onların bu inançlarını ve güvenlerini boşa çıkarmamak, düşlerini gerçeğe dönüştürmekte bizim esas görevimizdir.
Tarihin bir kez daha tekerrür ettiği şu süreçte omuzlarımıza yüklenen görevlerin bilincindeyiz. Gençlik olarak halkın çıkarlarını her şeyin üstünde tutarak bu görevleri yerine getirmek, sorunların çözümünde esas özne olup ileriye cüretli bir şekilde atılmak, demokratik halk devrimi mücadelesinde ki tarihsel konumumuzun gereklerini yerine getirmek boynumuzun borcu, tarihsel sorumluluğumuzdur. Biz bunu başardık, yine başaracağız.
İstanbul’dan bir YDG’li