“Kaybolmak istemiştim bir zamanlar
Kapının arkasında yokum demiştim
Ve divanın altında da.
Bulamazsınız ki artık beni,
hayatın ortasında.
Kaybolmak istemiştim bir zamanlar
Beni kimse bulamazdı
Tanrı’nın arkasına saklansam.
O kocamandı, en kocamandı o.
Bir kız çocuğunun hayalleri kadar.”
Didem Mamak
Ben de herkes gibi bir çocuk değildim…
Bütün kadınların anlatmaya değer deneyimleri vardır. Ben de o kadınlardan sadece bir tanesiyim.
Öncelikle çekirdek ailemden başlamalıyım sanırım. Evin tek çocuğuydum ve bu birçok maddi ayrıcalığı getiriyordu tabi. Ama büyüdükçe getirdiği başka ayrıcalıkları da fark ettim. Ailem beni, toplum normlarının belirli düzeyde dışında yetiştiriyordu. Tabi o zamanlar ben kız ve oğlan çocuklarının yetiştirilme normlarını bilmiyordum. Örneğin; bebekken çekilmiş çıplak fotoğraflarım vardı. Bunun normal bir şey olduğunu düşünüyordum. Öyle ya ‘her çocuğun vardır herhalde’ diyordum. Fakat işin renginin öyle olmadığını anlamam uzun sürmedi.
Aileden gelen ayrıcalıklarım ve toplumun gerçekleri
Çekirdek ailenin dışına her çıkışımda yüzüme tokat gibi çarpan cinsiyet ayrımcılığı, toplumsal normlar ve daha niceleriyle sürekli olarak yüzleşiyordum. Yüzleşiyordum da pek anlam veremiyordum o zamanlar. Zaten çok da takmıyor ve bildiğimi okuyordum. Şımarık, ele avuca sığmayan bir çocuktum. Genelde oğlan çocuklarıyla anlaşabilir ve arkadaşlık kurardım. E tabi bu durum geniş sülale çevrelerinde çok da iyi karşılanmazdı. Sürekli olarak anlam veremediğim uyarılarla karşı karşıya kalırdım. Annem ve babam bana özel olarak bir kız çocuğuyum gibi de davranmadığından toplumun davranış normlarına uyan bir çocuk değildim. Bu da dışarıda ayıplanmama sebep olan durumlardan birisiydi. Mesela çocukluğumda saçım hep kısaydı. Bütün bu yetiştirilme şeklimden kaynaklı, davranışlarımda, bana rahat gelen ve doğru olduğunu düşündüğüm çerçevede şekilleniyordu. Elbette bu davranışlarım sürekli olarak uyarı ve nasihatlerle karşılanıyordu. Tüm bu anlam veremediğim uyarılar karşısında ise ben yine kendi bildiğimi okuyordum tabi o ayrı mesele, ama elbette bu da uzun sürmedi.
İlkokul dönemi başladığında asıl tokatlarımı yemeye başlamıştım. Kız arkadaşlar bebekleriyle oynarken, benim bebek oyuncaklarım yoktu. Zaten ben de hiç sevmezdim. Benim bir taksim vardı, bütün kapıları açılan. Çok severdim onu. Sonra bir sürü ayı, tavşan ve bir de legolarım. Ama diğer kız çocukları bunlarla oynamıyorlardı. Ayrıca anlam veremediğim bir başka durum ise; kızların kızlarla, oğlanların ise oğlanlarla oynamasıydı. Ben iki tarafla da oynamak istiyordum. Ama kimi zaman bebeğim olmadığı, kimi zaman “erkek” gibi olduğum şeklinde gerekçelerle kızlar beni aralarına almazlardı. Aslında ben erkek gibi değildim, ben ben gibiydim. Evet, top oynamayı severdim ve bu oyunu herkesin oynayabilmesi gerektiğini düşünürdüm. Bu yüzden oğlanlarla top oynamaya giderdim. Bu sefer de ‘sen kızsın’ der ve beni oyuna almazlardı. Evet, yalnız bir çocukluktu benimkisi. Kreşe de gittim. Orada da bir iki arkadaştan fazlasını edinemezdim. İlkokul da böyle geçiyordu. Hatta bir gün 3. sınıfta mıyım neyim tam hatırlamıyorum, kız arkadaşlardan birisiyle tartışmışım. Artık nasıl dolduysam konuyla alakasız bir şekilde “zaten siz beni ne zaman aranıza aldınız ki?” dedim. Bu durum pek anlaşılmamıştı. Manasız bakışlarla karşılandım. Ben o sırada salya sümük ağlayarak içimi döktüğümden umurumda bile değildi. Bu olaya tanık olan öğretmen ise beni anlamaya çalışmak yerine, okulun danışman öğretmenine yolladı. Tahmin edeceğiniz gibi orada da ne diyeceğimi bilemeden nasihat dinledim. Anlayacağınız ailemden gelen o ayrıcalıklar, benim her alanda bocalamama ve dışlanmama sebep oluyordu.
Devrimci duygularla büyüme ayrıcalığım
Ailemden gelen ayrıcalıklardan birisi de devrimci duygularla yetiştirilmiş olmaktı. Bu da bana sorgulama ve müdahil olma huylarını getirdi. Bundan olsa gerek annem ile babam arasındaki sorunları görüyor ve müdahil olmaya çalışıyordum. Öyle ki babamın iktidar kavgasının, annemin ise ailem dağılmasın, çocuğum üzülmesin düşüncelerinin farkındaydım. Annemi sürekli olarak bu konuda rahatlatmaya ve ayrılmalarının daha doğru olduğunu anlatmaya çalışıyordum. Sonunda istediğim oldu ve aile dağıldı. Evet, istediğim buydu. Çünkü sorunlar artık çok ileri boyutlardaydı ve kangreni kesip atmak gerekiyordu. Bu sorgulama ve müdahil olma huylarım bana birçok yerde sorunlar da yaratıyordu. Bir kere aykırı olandım ve bu toplumda istenmeyen bir insan demek oluyordu. Çalışkan bir öğrenci de olmadığımdan hiç bir zaman takdir edilen çocuk olamadım anlayacağınız ( bazı durumlar hariç).
Madem tüyler bir pislik göstergesiydi, ağda yapmalıydı…
Çocukluğun bitip ergenlik döneminin başlamasıyla çelişkiler daha da derinleşmeye başladı. Bir o kadar da bu çelişkileri çözme çabalarım. Uyumsuzluğumu kapatmak için beyhude uğraşlarım. Hala kadınlarla iyi arkadaşlıklar kuramıyordum ve bu durumdan dolayı ya kendimi ya da diğer bütün kadınları suçluyordum. Asıl düşmanı henüz fark edememiştim. Ergenliğin getirdiği bazı fizyolojik değişiklikler bende biraz erken boy göstermeye başlamıştı. Tüylenme, memelerin büyümesi, regl kanaması gibi. Örneğin; tüylenme. Her ağda gününde kadınlığa lanet ediyordum. “Neden onlar almıyor da kıllarını biz alıyoruz? Madem kıl bir pislik göstergesi, ee onlarda da var. Hepimiz alalım o halde!” şeklinde birçok soru ve lanet okuma günüm oluyordu ağda günleri. Bir diğer ergenlik sorunum da erkeklikle yüzleşme zamanıydı. Memelerim erken büyümeye başlamıştı ve bu durumdan dolayı annem korkmuştu. Mememde kitle olabilme ihtimali üzerinde durarak beni babamla birlikte hastaneye gönderdiğinde, doktor babama, memelerimin çıkmaya başladığını söylemiş. Lakin babam bunu bana anlatmak yerine, anneme söyleyerek bana anlatmasını tercih etmiş. Yani beni norm dışı yetiştiren aile bireylerimden birinin erkekliğiyle karşılaşmıştım. Yine anlam verememiştim, bunu neden bana babam anlatmamıştı ki? Ne vardı yani bunda?
Gerçek devrimciliği, kadınlığımı ve düşmanı tanıma evrem
Ergenlik dönemimde bu tarz birçok çelişki yaşadığım sıralarda, yıllarca yetiştirildiğim devrimci duyguların ete kemiğe bürünmüş halleriyle tanışmıştım artık. Yani en azından ben onların gerçek devrimciler olduğunu sanmıştım. Hani kitaplarda, filmlerde gördüğüm, ailemin anlattıklarından. Lakin durumun öyle olmadığını lise bitip üniversite başladığında, ülke büyük çıkmazlar içerisine daha fazla sürüklenmeye başladığında anladım. Ve pek tabi senelerce yaşadığım cinsiyet çelişkilerini, anlam veremediğim tonlarca olayın asıl kaynağını. Düşmanı tanımaya başladıkça kadınlığımın farkına vardım ve bunca sıkıntımın asıl suçlusunu tanıdım aslında. Bu da benim içimdeki öfkenin ve gücün perçinlenmesine neden olmuştu. Önce işe, bunca zamandır suçladığım kadınlar, ailem ve kendimden özür dilemekle başladım ve sonra düşmana saldırmaya. O düşman erkek zihniyetti, erk sistemdi. Aynı zamanda devrimciliğin ve sistemle çelişkilerimin farkına varıyordum ki bunu da diğerinden ayrı tutamazdım. Çünkü düşman birdi. Kadın mücadelesini ve devrimci mücadeleyi öğrendikçe düşmanı daha iyi tanımaya ve direnme gücünü içimde, bilincimde hissetmeye başladım.
Şimdi ise yazıyorum çünkü biz kadınlar paylaşmadan, üretmeden güçlenemeyiz. Biz güçlendikçe bu sistemin çarkları zayıflayacak ve bir gün yıkılacak. Yazın kadınlar, “erkekler ne der” diye düşünmeden yazın.
Mersin’den bir YDG’li kadın