Pratik olarak çok yoğun geçen bir bahar sürecini geride bıraktık. Pek çok tartışmanın, sorunun ve çelişkinin yön verdiği bir süreç olduğunu söyleyebiliriz. Halk cephesinden de düşman cephesinden de çelişkilerin keskinleştiği, safların belirginleştiği bir süreç oldu. Ekonomik kriz halkın günlük yaşamına daha fazla tesir eden bir çelişki haline gelirken, iktidar açısından da politik atmosfere vereceği biçim netlik kazandı.
Sistemin, halkın umutlarını seçimlere bağlanma yönlü işleyen politikasının bir yansıması olarak 31 Mart yerel seçimleri bağlamında da yeni bir sürece girileceği/geçileceği yönlü tartışmalar açığa çıktı. Burjuva partiler arasındaki hesaplar, ittifaklar bu eksende yol izledi. Ezilenlerin temsili olan kimi politik öznelerde bu hesapların çeşitli düzey ve biçimlerde bir parçası oldu. En nihayetinde seçimlerin kitlelerle bağın güçlenmesinden ziyade çeşitli saikler üzerinden yapılan hesapların bir sonucu/devamı olan bir seçim sonucu açığa çıktı. Yerel seçimlerle AKP’nin güç kaybetmesi bu sonucun yansımalarından biri. Bu sonucun yaşanma biçimini doğru okumak gerekiyor. AKP’nin kısmi güç kaybını yine AKP’nin yönlendirmesi ve söylemleri ile bir yumuşama süreci olarak görmek, böyle bir beklentiye girmek devrimci özneler bakımından hatalı bir yaklaşım olur. Yerel seçimlerin dahi merkezi otoriteyi güçlendirmeye odaklı ele alınması yeni bir şey değil. Kayyum politikası bunun bir yansıması.
Seçimden birkaç ay sonra Kobanê Davası’nda yargılanan onlarca kişiye yüzlerce yıl hapis cezalarının yağdırılması, peşi sıra “28 Şubatçıların” cumhurbaşkanı affı ile tahliye edilmesi, seçimlerin üzerinden iki ay bile geçmeden Hakkari belediye başkanının tutuklanması ve yerine kayyum atanması burjuva kliklerin yaptığı hesapları, mevcut iktidarın nasıl bir yumuşama süreci planladığının yansımaları oldu.
Bu sürece eşlik eden kitlelerin hareketi, her ne kadar küçük ve parçalı olarak açığa çıksa da işçi direnişleri, özel okul öğretmenlerinin, emeklilerin ücretler için örgütledikleri eylem ve direnişler, 31 Mart seçimlerinde Van Belediyesi’nde irade gaspına karşı Kürt halkının örgütlediği direniş ve sahiplenme, 8 Mart, 21 Mart, 1 Mayıs, 18 Mayıs genel olarak bahar süreci…
Tüm bunlar çok yoğun bir pratik süreç açığa çıkardı, bizim de dahil olduğumuz biçimde gençlik örgütleri bakımından hareketli bir süreç yaşandı, bu pratik hareketlilik gençlik kitlelerinde örgütlenme eğilimini henüz sınırlıda olsa harekete geçirdi, gençliğin devrimci örgütlere olan ilgisini genel olarak artırdı. Süreç bizim bakımımızdan da oldukça hareketli geçti. Bu hareketlilik, faaliyetimizin çeperini genişletti ve genel olarak örgütümüze, özelde de Kaypakkaya çizgisine dair gençliğin merak, ilgisini canlandıran bir süreç açığa çıkardı.
Pratik olarak yoğun geçen süreçler genel olarak önemli bir devrimci dinamik açığa çıkarır. Özellikle takvimsel gündemlerin yoğun olduğu bahar süreçleri devrimci faaliyete pek çok açıdan soluk katar. Ajitasyon-propaganda çalışmaları, sıklaşan toplantılar, sokaklarda yapılan çalışmalar, eylemden eyleme koşma durumu beraberinde daha coşkulu bir faaliyeti ve devrimci ruh halini de getirir. Sürekli yoldaşlarla bir arada olma, birlikte düşünme, karar verme ve yapma hali her birimizdeki harekete geçme güdüsünü güçlendiren etkenler. Sürecin biri bitmeden birinin başlaması, yaptığımız çalışmaların yansıması olan gelişmelerin yaşanması, yaptığımız şeylere gençliğin ilgisinin artması, çalışmalarımıza yeni yoldaşların dahil olması vb. bu coşkuyu, motivasyonu katlayan bir etki yaratıyor.
Tüm bu ifade ettiklerimiz, geride bıraktığımız bahar sürecinde çalışmalarımızda somut olarak gözlediğimiz şeyler aynı zamanda. İçerisinde pek çok olumluluk barındıran bu tabloyu çelişkili yanlarıyla da tartışabilmeliyiz. Bu hareketliliğin salt takvimsel süreçlerin etkisi ile açığa çıkmadığını bizdeki, kitlelerdeki çok yönlü birikmişliğin küçük çapta bir dışa vurumu, politik atmosferin bize yansıma biçimi olarak görmek gerekir. Biz eğer süreci, politikalarımızı, hareket tarzımızı takvimselliğe indirgeyen bir noktadan ele almazsak bu durumun etkilerini daha geniş pencereden de görebiliriz.
Pratik olarak yoğun geçen her sürecin içinden çıkan en temel çelişkilerden birinin enerjinin, gücün kalıcılaşması, olumlu tüm sonuçların örgütlü güce dönüştürülmesi sorunu olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü pratik yoğunluk, koşturmaca tek başına ortaya koyduğumuz pratik emeğin kalıcı örgütlülüğe, güce dönüşmesi için yeterli olmuyor. Pratik hareketliliğimizi ideolojik ve politik temelde işlemek zorundayız. Pratik olarak yaptıklarımızın başarılı sonuçlar üretmesini tesadüf olmaktan kurtarmanın birinci koşulu bu.
Pratik yoğun süreçler olumlulukların yanında düşünsel yönün zayıflaması olarak yansıyabiliyor. “Zaten faaliyet halindeyim” düşüncesiyle odaklanılması gereken başka yönler göz ardı edilebiliyor. Bu da aslında bir pratiği neden hayata geçirdiğimize yön veren politik yanlar oluyor genelde. Neyi niçin yaptığımızla ilişki kurmamış oluyoruz aslında. Yaptığı şeyi neden yaptığını bilmeyen bir devrimcinin düşünülemez olması buradan gelir. Her yaptığımız pratiğe yön veren bir politikanın, ideolojik hattın olması gerekir ve her birimizin en güçlü bağlarımızı bu yanlarla kurması zorunluluktur.
İçinde bulunduğumuz her yoğunluğu yüzeysellikten arındırmamız gerekir. Yaptığımız faaliyetleri neden yaptığımızı, yaratacağı sonuçları, düşmandan gelebilecek baskı ve yönelimi, gelecek hedeflerimizle hem bireysel olarak hem de kolektif olarak ilişkisini kurabilmeyi öğrenmeliyiz. Çoğu zaman anın coşkusu ve enerjisi ile kendimizi verdiğimiz, kattığımız pratik yoğunluk sürekliliği sağlanmış bir kitle çalışmasına dönmüyor. Çünkü pratikle doğru temelde ilişki kurmuyoruz. Sadece yapılan planlardan çıkan işlere sırasıyla koşarsak çok yorulsak da, emek versek de yaptığımız işi eksik yapmış sayılırız.
Yapılan bir pratiğin başarısında ölçütümüz geniş olmalı. Ben bu işi yaptım, eyleme gittim, afişleri astım bitti vb. dememeliyiz. Böyle yaparsak başarılarımız tesadüflerden ibaret kalır. Aynı zamanda değişen koşullar, olanaklar etrafında hareket edebilme yetimiz gelişmez. “Kendi başımıza” kaldığımızda iş yapamaz hale gelebiliriz, yaptıklarımız belli ezberleri tekrar etmeye dönüşebilir. Ezberlenmiş, bilindik, tanıdık olmayan şeylerin karşımıza çıkma gerçeğini reddetmiyorsak, yaptıklarımızı çok yönlü düşünmeliyiz. Toplantılarda ‘politik tartışma kısmı bitse de işimize baksak’ diye düşünürsek işimizi hakkıyla yapamayız. Yoldaşlarımızı eleştirirken yapılan işlerle ilgili mutlak eşitçi bir bakışı açısı gelişir ve doğruyu yanlışı ayırt edemez hale geliriz.
Politika yapış biçimine, yoldaşlık bağlarına, devrime adanma ruhuna nitelik olarak yansımayan hiçbir pratik yoğunluğun tek başına anlamı olmaz. Bedenlerimize bir yorgunluk olarak yansıyan pratik yoğunluğa ancak bizler bakış açımızla anlam kazandırabiliriz. Politik bilincin, bilinçli hareketliliğin yansıması olmayan pratik hat bir süre sonra yorucu ve anlamsız hale gelebilir. Politik derinlikten, gelecek hedeflerle bağı kurulmamış her deneyim bizler açısından da bir süre sonra sürdürülemez hale gelebilir.
Açığa çıkan olanakların kalıcı olarak örgütlenmesi, tüm bu hareketliliği politik birikime dönüştürmekle, yoldaşlık ilişkilerini güçlendirmekle, görevlere yaklaşımımızı güçlendirmekle, günlük yaşamımızı nasıl örgütleyeceğimizi bilmekle biçim kazanabilir. Geçmiş deneyimlerden birikimden beslenmeyen, geleceğe dair hedeflerimizle ilişkisi iyi kurulmayan hiçbir pratik yoğunluğun kalıcı bir güce dönüşmesi mümkün olmayacaktır. Kendimizi örgütleme faaliyetinin sürekli devam eden bir iş olduğunu bilince çıkarmalıyız. Kendimizi politik – pratik ve ideolojik olarak yenilediğimiz oranda da tüm bu yoğunlukları güçlü örgütlülüklere dönüştürmeyi başarabiliriz. Bunu başarabilmek için hiçte azımsanmayacak bir perspektifimiz, geçmişten gelen derinliğimiz ve dinamiğimiz mevcuttur. Bu bilinçle eksikliklerimizi giderelim ve güçlü yönlerimizi büyütmeye devam edelim.
Yazı; Yeni Demokrat Gençlik dergimizin 20. sayısında yayımlanmıştır.