Dünya çapında emperyalist bloklardaki gelişmeler ve onların birbirleriyle mücadeleleri keskinleşiyor. Rusya-Ukrayna savaşı henüz yatıştırılabilmiş değil, Siyonist İsrail’in Gazze’ye dönük saldırıları genişliyor ve bu saldırılar sırasında işlediği insanlık suçlarına İsrail her gün bir yenisini daha ekliyor. İran ve İsrail/ABD arasındaki gerilim de yer yer açık şiddet biçiminde, suikastlarla, bombalı saldırılarla büyüyor. Uzun bir aradan sonra ilk defa bu ülkeler doğrudan karşı ülkenin sınırlarını askeri açıdan hedef aldı.
Çin yavaşça ama adım adım bu emperyalist savaşların içerisine çekiliyor, ilerliyor. Bütün bu emperyalist ülkelerin yerli işbirlikçileri yeni dönemin savaş konseptine göre hazırlıklarını hızlandırıyor.
Türkiye’de de ekonomik olarak içinden geçilen süreç ve Ortadoğu’nun daha geniş bir savaşlar silsilesinin içerisine doğru gitmesi, gerici hakim sınıfları birbirine daha fazla kenetledi. Bugün AKP-CHP yakınlaşması ve Tayyip Erdoğan’ın yumuşama sürecine giriyoruz diyerek ifade ettiği süreç, faşist baskıların azaltılması, demokratik ortamın bir nebzede olsa yumuşatılması, kitlelere dönük asker-polis yargı baskısının kısmen de olsa hafifletilmesi değildir. Kitlelerin yükselen öfkesini bastırmak, örgütlenme eğiliminde görülmeye başlayan artışın önünü kesmek için atılan adımlardır. Öfkeyi sistem içerisinde tutmanın, öfkenin kabarma düzeyini mümkün mertebe aşağıda tutmanın adımlarından biridir.
Bugün komprador büyük burjuvazi arasındaki klikler, bir yakınlaşma eğilimi içerisindeler ve siyasal olarak AKP-CHP görüşmelerinin başlamasıyla süreç ilan edildi. Bu süreç, Türk hakim sınıflarının attığı adımlardan bağımsız olarak AKP’nin son yerel seçimlerdeki başarısızlığı sonrası yaptığı bir rota değişimiyle açıklanamayacak kadar ciddidir. Gerek ülkedeki ekonomik gidişat, emperyalizmin içerisinde bulunduğu durum ve kapitalizmin, yaratmış olduğu bunalımları çözmek için daha fazla çatışmalara girmesi, hakim sınıf kliklerini her ne kadar hala farklı görünseler de tek vücut olmaya zorlamaktadır.
Bu tek vücut olma hali şüphesiz, ezilenler üzerindeki baskı ve tahakkümün sürdürülmesi, sömürü sisteminin bekası, ülke içerisinde Kürt ulusal sorununun imhayla çözülmesi, ülke dışında ise Kürt halkının kazanımlarının yok edilmesi içindir. Bu sömürücü sınıfın içindeki kliklerin yakınlaşma halinin özünü ve niyetini, Türkiye’deki sınıf mücadelesi tarihi şaşırtmaz bir şekilde göstermiştir ki komprador nitelikte gelişen-geliştirilen hakim sınıfların emperyalizm karşısında bir direniş imkanı yaratmak ve bağımsızlığını kazanmak için değil en iyi uşak olduğunu kanıtlamak ve emekçi kesimlere dönük en hünerli saldırıları yapabileceğini göstermek içindir. Bu saldırıların boyutu, azlığı ya da çokluğu kapitalist sermayenin ve ülke içindeki sermayenin andaki durumuyla ilgilidir.
Buna paralel olarak komprador burjuvazinin ve onun faşist devlet aygıtının şu veya bu şekilde şu veya bu düzeyde etkisi altında olan revizyonist reformist kurumlar, sosyal şoven partiler ve sınıf işbirlikçisi sarı sendikalar ideolojik olarak saf tuttukları yeri daha fazla belirginleştirecek, bu yolla da kitlelerin zihinlerini kirleterek gerçek sınıf mücadelesine atılmaktan alıkoyacak adımları daha açık atmaktadır.
Önümüzdeki dönemde biz devrim davasına adanmış militan gençleri ve ilelebet bu sömürü düzeni altında yaşatılmak istenen kitleleri zorlu ve çetin günler beklemektedir.
Ancak bu zorlu ve çetin günler yalnızca bizleri değil sınıf düşmanlarımızı ve onlara aparat olan herkesi de karşılayacaktır. Düşman kampı bu günlere hazırlanıyor.
Peki bu süreci biz nasıl göğüsleyeceğiz ve sınıf mücadelesinin ezilenler lehine gelişmesi için bir kaldıraca nasıl dönüştüreceğiz? Buna verebileceğimiz ilk cevap devrimci duygularımızı, hakim düzene karşı öfke ve kinimizi bilinçle ve bilgiyle birleştirmektir. Kitleler kıpırdanmaktadır ve geniş yığınların küçük kıpırdanışları bile gençlikte ciddi bir heyecanı, örgütlenme ve sömürücü sınıflara karşı mücadeleye atılma olarak kendisini göstermektedir.
Gençlik olarak mücadeleye hızla atılıyoruz ama yolumuzun uzun olduğunu ve kalıcı, çok yönlü donanmayı başarmış örgütlenmeler yaratmadan bu yolun sonuna varamayacağımızı da bilmeliyiz. Devrimci heyecan bizi mücadeleye katar ama yalnızca ilk heyecan devrimler için şart olan uzun soluklu mücadele içerisinde devrimci kalmamıza yetmez. İnişler ve çıkışlar, daralmalar ve genişlemeler yaşanacak, ideolojik olarak üstesinden gelmenin pek de kolay olmadığı günlerden geçilecek, yenilgilerden çıkılıp zaferler kazanılacak, geniş yığınlar bizi yalnız bırakıp yüreğinin en derin yerlerine yeniden basacak. Bunlar yaşanırken bilinç düzeyimizi her an artırmıyorsak ve devrimci teoriyi daha derinlemesine kavramıyorsak, yolun bir yerinde, fırtınanın bir anında gerilemek kaçınılmaz olacaktır. Geniş kitleler içerisindeki çelişkileri, eğilimleri anlamayan, bu çelişkilerin neresinden tutup nasıl bir yönelime ve hedefe gireceğini belirleyemeyen, sınıf mücadelesinin herhangi bir anında savrulmaya açık demektir. Fakat devrimci duygularımızı devrimci bilinç ve devrim teorisiyle sürekli besler ve kendimizi geliştirirsek devrimci kalabilmeyle, devrimci kişiliğimizi geliştirmeyle sınırlı kalmayız. Hem mücadelenin yükseliş dönemlerinde hem de gerileme dönemlerinde, Marksizmi, Leninizmi ve Maoizmi özümsemiş ya da onun ilkelerini anlamaya başlamış her genç, içinden geçilen döneme uygun olarak örgütümüzü geliştirmenin yollarını bulacaktır. Eğer Marksizmi doğru yorumlayabilecek ve ülke gerçekliğine doğru uygulayabilecek yeterli bir derinliğimiz, statükoyu tanımayan, faşizmin sınırlarının kendi sınırlarımız olmadığını bilen ve buna eşlik eden bütünlüklü devrimci duygularımız varsa mücadelenin hızlanma dönemlerinde kitleselleşme, durağanlaşma ya da gerileme dönemlerinde kadroların çelikleşmesi için her türlü çabayı sarf edebiliriz. Unutmayalım, devrimci bilinçten ve devrim teorisinden yoksun olanlar her dönemde mücadeleden kopmanın bahanesini bulur ve bulacaktır ama bu bilince sahip yoldaşlar her zorlu dönemin devrimci mücadeleye hizmet edeceği özgün yönlerini açığa çıkartır, bunun için çaba sarf eder.
Çaba sarf etmek demek, devrimci duygularımızı ve devrimci bilincimizi, pratikle birleştirmek demektir, pratikle beslemek ve pratikte sınamak demektir. Marksizm, Leninizm ve Maoizm’de pratik denilen şey, bu kapsamda ne yapılıyorsa yapılsın kitle çalışmasıdır. Lafı fazla uzatmayalım, kitle çalışmalarının içerisinde genişleyecek ve kitle çalışmalarının içerisinde çelikleşeceğiz, kendi başımıza yaptığımız okuma faaliyetlerimiz de ideolojik çalışmalarımız da hep daha iyi bir kitle çalışması ortaya koymak, bu yolda bizi engellemek için karşımıza çıkan düşmanı daha kolay yenmek içindir. Geniş gençlik kitlelerinin içerisinde köklenmenin ve rolümüzü oynamanın yegane yolu budur.
Yeni Demokrat Gençlik olarak devrim mücadelesindeki misyonumuz, özgürlük yolunda, gençliğin yığınlar olarak devrim davasına seferber edilebileceği militan kitle örgütü olmayı başarmaktır. Devrimde önemli bir rolü olan gençliği, onun bu rolünü oynayabilmesi için kazanmak, onun bu amacını pratiğe dökebileceği örgütleri yaratmak, var olanların da eksikliklerini gidermek gerekir. Bu da yaşam alışkanlıkları olarak gençliğin geri kesimlerinin peşine takılarak başarılamaz. Gençlik kitlelerinin öncüsü olduğumuzu, gençlik kitlelerinin bilinçli temsilcileri olduğumuzu unutmamalıyız. Öncü demek, bilinçli demek; yaşamda kendimizi üretme şeklimizle, kitleler içerisinde tutumumuzla, sorunlara yaklaşımımızla belli olur ve o sıfatları hak edip hak etmediğimizi anlarız. Gençliğin öncüsüysek eğer, bilinçli temsilcileriysek eğer kendimizi örgütsüz kitleler seviyesine düşüremeyiz. Çünkü o seviyedeki bir örgüt adına sosyalist ya da devrimci ne derse desin kitleleri bir adım bile ilerletemez. Bu kitlelerin ilerleyemeyeceği anlamına da gelmez, kitleler ilerleyebilecek bir yolu kendi içlerinden daha iyi öncüleri yaratarak, kendi içlerinden öncüleri doğru örgütlere naklederek başaracaktır. Böylece geri olan geri olduğu yerde debelenip duracaktır.
Gençliğin ya da halkın içerisinde bulunduğu durum, devrim mücadelesine olan tutumu bizim için bir yakınma, dertlenme nedeni olmamalıdır. Yürüttüğümüz çalışmalarla genç kitlelerin geri kesimini adım adım ilerletmeyi amaçlamalı ve ileri kesimlerini kazanmayı bilmeliyiz. Peki gençliğin ileri kesimi dediğimiz kesimin özelliği nedir? Çok okuyup arada bir de doğru şeyleri söylüyor olması mı? Elbette değil, gençliğin ileri kesimi demek doğrudan hakim düzene, faşizme karşı mücadeleye atılmaya en yakın en hazır kesimleri demektir. Bunun için okuyup araştırıyorsa ne ala! Bu nedenle kitle faaliyetimizde hem bilinçli hem de seçici olmak zorundayız.
Amaçlarımızın büyüklüğü hiçbir yoldaşımızın düşüncelerinde bulanıklığa yol açmamalıdır.
Büyük amaç ve ideallerimizin bugünkü gerekliliklerini yerine getirmek, yarınlara hazırlanmak demektir. Bugün, bilinç taşıyıcıların bilinçlenmesi, devrimci örgütlerin güçlendirilmesi ihtiyacı çok baskın bir şekilde sürece rengini vermektedir. Bu nedenle, günün, anın ihtiyaçlarını karşılayabilmek için faaliyete dört elle sarılmalı ve kendimizi örgütümüzü geliştirmeli, profesyonelleştirmeliyiz. Böylesi çalışmalar, idealize edilmiş bir örgüt, idealize edilmiş bir gençlik kitlesi içerisinden değil mevcut ve somut olan gerçekliğimiz üzerinden tahlil edilmelidir. İdeal olandan yola çıkarsak yılgınlığa somut gerçeklikler üzerinden yola çıkarsak mücadeleye yöneliriz. Kendimizi geliştirme, örgütümüzü güçlendirme ve profesyonelleştirme çalışmaları da yalnızca kitle çalışmaları içerisinde sağlanabilir. Kitle çalışmaları içerisinde bilinçli kesimleri kazanabilir, kendimizi çelikleştirebiliriz. Kendini kitleye, kitle çalışmasına kapatmış bir örgüt hareketsiz bir örgüt demektir, bu da gelişimi imkansızlaştırır, bünyedeki hastalıkların büyümesine neden olur.
Yani, sınıf mücadelesi zor süreçlerden geçerken kendimizi teorik, ideolojik ve politik olarak donatmalıyız. Bu çalışmalarımızı kitle çalışmasıyla sağlamlaştırmalı ve yine kitle çalışmalarıyla örgütümüzü büyütüp geliştirmeli, çelikleştirmeliyiz. Böylesi bir yaklaşım kafalarımızdaki bulanıklıkların giderilmesinin en etkili yolu olacaktır.
Bireysellik tuzağından sıyrılalım
Amacımız bu badireli süreçleri en az hasarla atlatmak, kendimizi korumak değil güçlenerek çıkmaktır. Pratik faaliyet içerisinde her yeni süreçteki tutumumuzu belirlerken örgütümüzü güçlendirme odaklı kararlar almalıyız. Bazen kelimenin gerçek anlamıyla kendini korumanın örgütümüzü güçlendirmek anlamına gelebileceği gibi bazende, sınıf mücadelesi tarihi öyle örneklerle doludur ki güç dengelerinden bağımsız olarak bizzat düşmanın önüne atılmak yani kendini sakınmamak kendini korumak anlamına gelebilir. Böylesi süreçlerdeki doğru tutum ideolojik, politik ve teorik olarak kendini donatmış aklı başında kolektif yapılar tarafından belirlenir. Hangi tutum pasifist ya da aşırı hangi tutum devrimci bunları devrim davasına adanmış kolektif mekanizmalarımız birbirinden doğru bir şekilde ayırabilir. Koşullar bazen gerçekliğin bir parçasıdır evet ama bazen de örgütlerin kendi pasifist çizgilerinin teorize edilmiş hallerine “koşullar” denir.
2024 1 Mayıs örgütlenme süreci böylesi bir süreçtir. Geniş kitlelerde Taksim’e çıkmak ve 1 Mayıs’ı tarihsel belleğe uygun bir şekilde Taksim Meydanı’nda kutlamak isteği mevcuttu. Fakat sarı sendikalar, bilinci bulanık kurumlar ve reformist yapıların kitlelerin gerisinde kalan tutumu sonucu kitlelerin ileri düşüncesi pratikte geriye çekildi. Sistem partilerinin sarı sendikalarla kol kola oynadıkları oyunla da geniş kitleler ne yapacağını bilemez hale getirildi. Devrimci yapılar bu sorunun üstesinden gelemedi. Bu nedenle kitlelerin Saraçhane’de olması kitlelerin kendi isteğinin, kendi gerçek durumlarının bir tezahürü olarak değil kitlelerin ustalıkla pasifize edilmesinin ve sistem tarafından Saraçhane’ye doğru yönlendirilmesinin bir sonucu olarak karşımıza çıktı. Böylesi durumlarda kitlelerle iç içe olmak sloganı altında kitlelerle aynı tuzağa düşmek, onların ustalıkla getirildiği aynı pasif çizgiye gelmek devrimcilik değildir, kitlelerin bir adım önünde olarak devrimci olanda ısrar etmek ve bu yolla kitleleri daha ileri olan bir seviyeye çekmeye çalışmak devrimci olandır. Doğru adımı atmak devrimci olandır. Sınıf mücadelesi içerisinde bazen manipüle edilmiş geniş kitlelerle aynı yerde olmamak gerekir. Devrimci olan budur. Bu gibi tarihsel süreçlerde doğruyu yanlışı ayırt etmek doğru devrimci tutumu belirlemek Marksizme hakimiyetle ilgilidir, yoksa kitlelerle iç içe olmak düşüncesi her geri çizginin, sistemle uzlaşma halinin bir kılıfı haline de getirilebilir. Bunlara karşı donanmalı ve uyanık olmalıyız.
Bu da neo-liberal politikaların bize dayattığı ve giderek içini boşalttığı bireysellikle değil yaşamımızı devrim mücadelesi ile günden güne daha fazla birleştirerek, devrim mücadelesinin ihtiyaçlarına günden güne daha fazla yanıt olarak mümkündür.
İnsanın bilincini sosyal yaşantısı tayin eder. İçinde bulunduğumuz sosyal yaşantıyı, devrimci amaçlarımızı daha içten bir şekilde ve daha yüreklice bilince çıkartmadığımız ve bu amaçlar doğrultusunda bir yaşam sürmediğimiz sürece devrimci bir birey gibi değil, kapitalist üretim ilişkilerinin kirlettiği, yozlaştırdığı bir birey gibi düşünür, oturur kalkarız.Bunlar devrimci yaşamla kökten bağdaşmaz. Yoldaşlarımızla önce yoldaşlık ilişkisi kurmalı kitlelerle de kendimizin devrimci olduğunu unutmadan ilişki kurmalıyız. Yani devrimci kimliğimizin farkında olmalıyız.
Yoldaşlarımızla bireysel sohbetler altında dedikoduya varan noktalarda ilişkiler geliştirmek, başkaları hakkında geri sohbetler yürütmek, kitlelerle de devrimci olmayan sıradan biriymiş gibi ilişki geliştirmenin ne bize ne yoldaşlarımıza ne örgütümüze ne de topluma bir faydası vardır. Bu konularda eksikliklerimizin, hatalı yanlarımızın üzerine yürekli bir şekilde gitmeliyiz, önce yoldaşlaşmayı her anlamıyla başarmaya çalışmalıyız. Bireysellik ve birey olma hali gerçek anlamda özgünlüktür fakat kapitalizm onun içini o kadar boşaltmıştır ve devrimci yönünü o kadar törpülemiştir ki elimizde bireysellik denildiğinde sadece lümpenlik, sorumsuzluk kalmaktadır, bundan sıyrılmak devrim mücadelesinin lehinedir.
Kimler YDG’li olamaz
Buraya kadar içinden geçtiğimiz süreçte, bir YDG’linin tutunması gereken bazı tavırlar ve nasıl düşünmesi gerektiği üzerine kimi noktalara değindik. Ancak yaşanan gelişmeler, öznel olarak kimlerin YDG’li olamayacağına, nesnel olarak da kimlerin YDG’li kalamayacağına dair de tartışma yürütmemiz gerekliliğini açığa çıkarttı. Bu deneyimlerimizden öğrenmeliyiz.
Her kritik süreç ideolojik ayrışmaların belirginleşmesini sağlar, bu anlamıyla önemli ve değerlidir. Ülke ve dünya çapında yaşanan gelişmeler devrimcilerle sosyal şovenler arasındaki çizgi farklarını belirginleştirmiş, Kürt ulusunun gerçek dostlarının ve iyi gün dostlarının kimler olduğunu daha fazla gün yüzüne çıkartmıştır. Bu ayrım, çatışmalı süreç büyüdükçe, sınıf mücadelesi çetinleştikçe bir yarılmaya dönüşecektir. Bir yanda Filistin’i savunurken, onlarca ülkedeki katliamlara değinilebilirken, Kürdistan coğrafyasındaki katliamlara gözler yumulabilmektedir, eyleme müdahale olabilir gerekçesine sığınılarak Kürt ulusal sorununa dokunan sloganlar atılmayabilmektedir.
ABD, NATO karşıtlığı üzerinden bir dil tutturulabilmektedir fakat bunların yerel uzantılarına yani esasta mücadele etmemiz gereken yere faşist orduya ve onların icraatlarına dair sus pus olunmaktadır. Savaş karşıtlığı üzerinden bir çizgi belirlenirken emperyalist savaşların, savaş sanayinin, savaş ağalığının en büyük yerli temsilcisi konumunda olan Selçuk Bayraktar’a karşı yapılacak bir eyleme kıl bile kıpırdatılmamaktadır. Hayali, uzakta olan, günümüzde çarpışma ihtimali dahi bulunmayan düşmanlara karşı sloganlar üst perdeden atılmakta ama onların düzeninin yerli uzantılarına, karşı karşıya geldiğimiz esas düşmanı görmezden gelme tavrı geliştirilmektedir. Bunlar devrimcilik değil, sosyal şovenizm ve reformizmdir.
Nasıl bu dönem, ideolojik temelde büyük ayrım noktalarını belirginleştiriyorsa, devrimci özneler açısından da nasıl var olup olunamayacağını da belirginleştirmektedir.
Yakın dönemdeki pratik faaliyetimiz göstermektedir ki; kendi zaaflarıyla barışık yaşayan hiçbir arkadaşımız YDG’de örgütlü kalmayı başaramamıştır. Eleştiriye açık olmayan hiçbir arkadaşımız YDG’de örgütlülüğüne devam edememiştir. Üretmeyen, geçinmeci yaklaşan, gün doldurmaya çalışan hiçbir arkadaşımız YDG’de örgütlü kalamamıştır. Dedikodu yapan, uyarılarımızı takmayan hiçbir arkadaşımız bizde örgütlü kalmayı başaramamıştır.
Açıkça ifade etmek gerekir ki, kendini değişime kapatan insanlarla bizim işimiz yok, onlara kapımız kapalıdır. Ama kendi eksikliklerine karşı öyle ya da böyle mücadele etme sözü olan, üretken olmak için çabalayan, yoldaşlarının eleştirilerini dinleyen her arkadaşımızı daha doğru temelde kazanmak için bütün imkanlarımızla seferberiz, daha üstün bir yoldaşlık ilişkisi için yorulmak bilmeyen bir çabayla ortadayız.
Zorlu bir dönemden geçerken ve sınıf mücadelesinin andaki durumu bizden çok fazla görev ve sorumluluk almamızı şart koşarken, örgütsel durumumuz dünden daha iyi dünden daha hareketli bir noktaya gelmiştir. Yakına ama ileriye doğru bir adım atmış bulunuyoruz.
Bunun yeni sorumluluklarına her yoldaşımız daha ciddi devrimci bir duyarlılıkla yaklaştığı sürece doğru adımlarımız giderek büyüyecek ve kitlelerin içerisinden bu doğru adımlarımıza uygun genç nesiller saflarımızda büyüyecektir.
Yazı; Yeni Demokrat Gençlik dergimizin 20. sayısında yayımlanmıştır.