OHAL’in üçüncüsünün ilan edildiği, egemenlerin saldırganlığının arttığı bugünlerden geçerken, Kürt ulusal sorunu karşımıza tekrar tekrar çıkmaya devam ediyor.
Bildiğimiz gibi Kürt ulusal sorunu, devletin başlıca çıkmazlarından biri olarak yıllardır varlığını sürdürüyor. Gerek geçmişte, gerekse de günümüzde devlet bütün politikalarının ana eksenine Kürt ulusal sorununu oturtuyor. Yurt genelinde olsun, uluslararası düzlemde olsun devletin yaptığı politikaların ana eksenini oluşturan ulusal sorun, yaşanan süreçte de ana gündem olmaya devam ediyor.
15 Temmuz askeri darbe girişimini fırsata çeviren AKP, art arda ilan ettiği OHAL, KHK’ler ve şuan da tartışılan başkanlık referandumuyla iktidarını güçlendirmeye dönük adımlar atıyor. Darbe girişiminin ardından ilan edilen ilk OHAL büyük oranda devlet içi klik dalaşını sonlandırmak için “FETÖ” olarak adlandırılan cemaat yapılanmasın tasfiye etmeye dönük gerçekleştirildi. Birinci OHAL’de büyük oranda bu amacını başaran AKP, ikinci ve üçüncü OHAL ile Kürt hareketini merkeze oturtarak, kendisinin karşısında olan tüm, devrimci, demokrat güçleri yok etmeye girişti. HDP eşbaşkanlarından milletvekillerine, belediye başkanlarından parti çalışanlarına kadar geniş bir yelpazede tutuklama furyası başlatan AKP, bu saldırganlığını uluslararası düzlemde sürdürdü. “Fırat Kalkanı Operasyonu” adı altında sürdürülen işgal ile Rojava’daki kazanımları boğmaya çalışan AKP, aynı zamanda emperyalist kutuplar arasındaki tarafını değiştirmeye başladı. Yıllardır ABD emperyalizmi yanında konumlanan devlet, ABD’nin Suriye’de PYD ile dirsek temasında bulunmasından ve alanda TC’yi yok sayan politikaları sebebiyle ABD ile ters düşerek, yüzünü Rusya emperyalizmine çevirdi. Yani kısaca devlet hangi alanda olursa olsun politika yaparken Kürt ulusal sorununu merkeze alarak politika yapıyor. Ulusal sorunun yakıcılığı önümüzde bu kadar net bir şekilde dururken, ulusal hareketin karşı çıkışları ve bu karşı çıkışta solun yeri ve tavrı önemli bir tartışma konusu olarak karşımıza çıkıyor.
Ulusal Hareketin Cevabı
Yukarıda da bahsettiğimiz gibi son aylarda devletin sürdürdüğü saldırganlık ile demokratik alan büyük oranda kapatılmış durumdadır. Demokratik alandan doğru bir karşı koyuşun çok mümkün olmadığı şu günlerde ulusal hareket büyük oranda askeri eylemler ile bu duruma karşı koymaya çalışıyor. Özellikle TAK’ın gerçekleştiği eylemler büyük oranda ülke gündemini işgal ediyor. Son 1-2 ay içerisinde TAK’ın gerçekleştirdiği Beşiktaş ve Kayseri eylemleri başta olmak üzere birçok eylem devlet için çıkmaz oluşturuyor. AKP’ye yakınlığıyla bilinen Hürriyet yazarı Abdulkadir Selvi 16 Ocak tarihinde Hürriyet gazetesinde yazdığı yazıda “Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çok yakınındaki bir bakan, “Referandum kampanyası sürecinde en çok terör olaylarından endişe ediyoruz” demişti. Dövizdeki artış nedeniyle ekonomi, terörün önüne geçmiş durumda.” şeklinde belirterek aslında devletin bu eylemler karşısında nasıl bir tedirginliğe ulaştığını gözler önüne seriyor. Yine aynı şekilde gerçekleştirilen eylemlerin dövizde yarattığı dalgalanmada devleti adım adım ekonomik krize doğru sürüklüyor.
Ulusal Sorunda Konumlanış
Bu eylemlerin gerçekleştiği zaman diliminde Türkiye solunun bazı kesimlerinde, özellikle de Beşiktaş eyleminden sonra güçlü bir şovenist dalga esmeye başladı. Beşiktaş eyleminin hemen ardından yıllardır bu anı bekliyormuş gibi harekete geçen şovenist solun söylemleri düştükleri içler acısı hali gözler önüne geldi. Eylemde gerçekleşen sivil kayıplar bahane edilerek söz konusu örgüt, “halk düşmanı” ilan edildi. Eylemi kınayan basın açıklamaları düzenlendi. Tüm bunlar aslında Kürt ulusal sorununun Türkiye solu için nasıl bir turnusol kâğıdı görevi gördüğünü, bir kez daha gösterdi. Her ne kadar sivil kayıplar olması üzerinden gayet “insani” ve “hümanist” bir görüntü almaya çalışsa da, gerçekte savaş gerçekliğinden ne kadar uzak olunduğunu ve en önemlisi de ulusal sorunda nerede ve kimin yanında konumlanıldığını gayet net gösterdi. Çünkü yapılan açıklamalar salt sivil kayıplara duyulan insani duyarlılıktan değil, esas olarak konumlanıştan doğru gerçekleştirildi. Eğer sadece insani duygular üzerinden gerçekleştirilseydi, hiçbir sivil kaybın olmadığı Kayseri eyleminden sonra da böylesi bir açıklamaya girişilmezdi. Bu aslında şovenist solun politik olarak, ulusal sorunda ezilenlerden yani Kürt ulusundan yana değil, devletin yanında konumlandığını gösterdi. Niyetten bağımsız olarak gerçekleşen bu durum, aynı şekilde Türkiye solunun bütün bileşenlerine zarar verdi. Özellikle de Rojava’da ulusal hareketle, Türkiye Devrimci Hareketinin yan yana gelişi, Kürt ulusunun sola dair bakış açısını büyük ölçüde olumlu yönde değiştirirdi. Ancak böylesi eylem ve söylemler, Kürt ulusunun sola dair olumlu yönde değişen bakış açısını zedeliyor.
Tüm bunları değerlendirirken şunu da atlamamak gerekiyor. Şovenist solun dışında kalan, yani ulusal hareketle dirsek teması daha sık olan TDH, gerçekleştirilen bu ideolojik saldırıya yeterli cevabı veremedi. Çünkü şovenist solun bu tavırları aynı zamanda geniş bir yelpazede, Türkiye solunun her bileşeninin kitlesine sirayet etme tehlikesini barındırıyor. Buna karşı ideolojik mecrada mücadele yürütmek devrimcilerin ulusal sorun açısında önemli bir görevi olarak karşımızda duruyor.
Kısacası toparlamak gerekirse ülkenin en yakıcı gündemi olan ulusal soruna dair hangi alanda olursa olsun Türkiye solunun gösterdiği refleksler aynı zamanda onun politik olarak ezenden mi yoksa ezilenden mi yana konumlanacağını en iyi biçimde gösteriyor.
Yeni Demokrat Gençlik 9. sayısı, Denge Ciwan köşesi…