Faşizmin Kürt ulusuna yönelik topyekûn imha saldırısının hedeflerinden biri de DBP-HDP belediyeleri oldu. Uzun ve zorlu mücadeleler sonucunda kazanılan 103 il-ilçe-belde belediyesinin 94’üne kayyımlar atanarak halkın iradesi yok sayıldı. Elbette devletin saldırıları bununla da sınırlı kalmadı; Kayyım atanan belediyeler aracılığıyla Kürt ulusunun sosyal ve kültürel çalışmalarına engel olunmak istendi. Kadınların, gençlerin ve çocukların sosyal eşitsizliğe karşı mücadelelerini sürdürdüğü kurumların tamamı kapatılarak yerine kendi gerici-yoz kültürleri egemen kılınmaya çalışıldı. Anadili gibi Kürt ulusunun en temel demokratik hak mücadelesi engellenmek istendi, öyle ki Kürtçe yazılı tek bir tabelaya dahi tahammülleri yoktu. Şehir ve ilçe girişlerine yazılı çeşitli dillerdeki “Hoş geldiniz” yazılı tabelaları bile devlet için beka sorunu teşkil etmekteydi. Bununla birlikte Kürt ulusunun tarihsel belleğine işlenen önemli kişilerin isimlerinin verildiği kurumlar ya kapatıldı ya da adı ve yönelimi değiştirilerek boşa düşürülmesi hedeflendi.
Oysa hepsi büyük ve şaşaalı laflarla gelmişlerdi. Huzur ve hizmet lafını ise dillerinden hiç düşürmüyorlardı. Peki ama huzur ve hizmet diye sundukları şey aslında neydi? Hizmet; bölgenin yeşil alanlarını tahrip, bolca betonlaştırma, asfalt dökme ve kaldırım döşemekten ibaretti. Batı da sürdürülen ve milyonlarca liraların çarçur edilmesine yol açan çevreci ve toplum düşmanı belediyecilik anlayışı kayyımlar aracılığıyla Kürdistan’a empoze edilmeye çalışıldı. DBP-HDP döneminde hazırlanan çevre dostu projeler dönemin başbakanlığı tarafından yıllarca onaylanmayı bekledi. Öyle ki kimi projeler kayyımlar tarafından kendilerine aitmiş gibi medyaya duyurularak kirli belediyecilik zihniyetlerini örtbas etmek istediler. Ancak üzerine konarak sahiplendikleri projeleri dahi hiçbir zaman hayata geçirmeyerek kendilerini bölge halkı nezdinde ele vermiş oldular.
Huzur ise bölgeye yönlendirilen onbinlerce polis-askerden ibaretti. Son yıllarda sayıları artırılan ve artık halkın yerleşim alanlarının içerisine kadar getirilen kalekol-karakollar ile bölge halkına karşı sürdürülen savaş tırmandırılıyor. Kürt ulusunun örgütlü mücadelesine her anlamda ket vurulmaya çalışılsa da devlete karşı açığa çıkan tehdide engel olunamıyor. Çünkü yüzyıllardır özelde Kürt ulusu olmak üzere ezilen kitlelerin her türlü hak arama mücadelesi devlet için bir tehdit ve beka sorunu anlamı taşımaktadır. Devletin bu “huzurlu ve şefkatli elleri” halkın özgürlük ve kurtuluş ısrarı karşısında çoktan yenildi. Kayyımların bahsettiği huzur, halka zulüm ve katliamdan öteye gitmedi.
31 Mart yerel seçimleri bu anlamda gasp edilen demokratik kazanımları tekrar ele geçirmek adına önemli bir yol ayrımıdır. Birleşik mücadelenin hayati önem taşıdığı bu süreçte Kürt Hareketi ile ortaklaşmak ve beraber yol almak önemlidir. Bu bir yandan demokratik mücadeleyi genişletirken diğer yandan da Kürt ulusu ile daha fazla iç içe olup kök salacaktır. Bu anlamda özellikle HDP ile kurulacak ittifaklar kayyım gaspına son verme mücadelesini daha ileriye taşır.
Peki, nasıl bir perspektif izlemeliyiz?
7 Haziran sürecinden sonra demokratik haklara yönelik gasplar bugün ciddi bir boyuta ulaşmış durumda. Devlet, kendi içerisinde kriz yaşamasına rağmen kitlelerde var olan örgütsüzlüğü iyi değerlendirdi ve bunu ayakta kalmanın fırsatı olarak kullandı. Çözüm(!) sürecinde var olan görece demokratik ortamın ve dönemin örgütlenme perspektifinin topyekûn saldırganlık sürecinde işe yaramaz hale gelmesine tanıklık ettik. Özellikle Bakûre Kürdistan’da yoğunlaştırılan saldırılar Batı’ya göre daha örgütlü olmasına rağmen kitleleri geri plana itti. Batı’da ise parça parçada olsa var olan örgütlülükler bu süreçte biraz daha zayıfladı. Özyönetim sürecinde ve kayyım gasplarında kitlelerde beklenen sahiplenme refleksinin gelişmemesi mevcut demokratik alan örgütlenme tarzının ihtiyacın çok uzağında olduğunu gösterdi.
Kitleler ile kurulacak güçlü bağlar olası kayyımları boşa düşürmekle birlikte devletinde geri adım atmasına yol açacaktır. Nitekim devletin mevcut kayyım politikasındaki başarısının temelinde kitle refleksinin düşük olması yatmaktadır. Özyönetim sürecinde aynı şekilde bölge halkı yeterli refleksi gösteremedi. Batı’da ise özyönetime destek oldukça küçükte olsa devletin gazabına uğradı. Burada çıkarılması gereken ders çalışma tarzımızın sürece ne kadar uygunluğu olması hakkındadır.
31 Mart yerel seçim çalışmalarının özellikle bölgede yarattığı coşku ve heyecan devlete başarısızlığın kapısının şimdiden aralandığını gösterdi. Öyle ki RTE kitlelere gözdağı vermek için şimdiden meydanlarda kayyım tehditlerine başladı bile. Ancak bu tehdit politikasının boşa düşeceği aşikâr. Nitekim kitleler kayyımların bölgede yarattığı tahribattan oldukça rahatsız durumda ve bir an önce yönetimin tekrar kendi iradelerine verilmesini beklemektedirler.
Demokratik alan çalışmasının açık olarak yapılmasının engellendiği bir dönemdeyiz. Böylesi bir durum ise kitleler ile daha iç içe mücadelenin koşullarına uygun çalışma hayati bir durumdadır. Bu hem faşizmin olası saldırılarından etkilenmeyi minumuma indirirken hem de kitleler ile daha fazla ve daha güçlü bağ kurmamızı sağlayacaktır. Seçim sürecinde özellikle kapı kapı dolaşarak kitlelere gitmek, AKP-MHP faşizminin teşhir edilmesi gerekmektedir. Bu çalışmaların bütün devrimci-demokratik kurumlarla ortaklaştırılarak genişletilmesi kitlelerde moral-motivasyon anlamında da katkısı olacaktır.
Başta Kürdistan kentleri olmak üzere birçok ilde gerçekleştirilecek olan Newroz kutlamaları, seçimler öncesinde devletin kayyımlarına güzel bir mesaj olacaktır. Burada açığa çıkacak olan coşku ve heyecanın seçim sonuçlarına büyük bir katkı sağlayacağı açıktır. Newroz’da yakacağımız Kawa’nın direniş ateşi günümüzün Dehak’larını kül edecektir!
Yeni Demokrat Gençlik dergisinin 13. sayısında yayımlanmıştır.