Yeni Demokrat Gençlik olarak 23-24 Şubat tarihlerinde İstanbul’da Tarihsel Bağlamda Yerel Yönetimler, Demokratik Özerklik ve 31 Mart Yerel Seçimleri konulu merkezi eğitim çalışması gerçekleştirdik. Yaptığımız merkezi eğitim çalışması, devrimciler açısından ele alınması önemli görülen konularda bilimsel, derinlemesine araştırma-inceleme yapmanın devrim mücadelesi açısından öneminden ve bu konuda bir bilinç düzeyi yakalama ihtiyacımızdan doğmuştur.
Bu açıdan eğitim çalışması, yöntem olarak yuvarlak masa tartışması şeklinde ele alındı ve katılımcı bir tarz izlenmeye çalışıldı. Önümüzdeki dönemlerde farklı konularda benzer eğitim çalışmaları gerçekleştirme kararının alındığı eğitim çalışmasının genişçe tartışmasını okurların ilgisine sunuyoruz. Konunun daha ayrıntılı metinleri Yeni Demokrat Gençlik dergisinin 13. sayısında yayımlanacaktır.
Tarihsel bağlamda yerel yönetimler
Engels insanlığın sınıflı toplumlar tarihini tanımlarken “Ve bizzat, yeni toplum, varlığının iki bin beş yüz yıllık süresince, küçük bir azınlığın, büyük bir sömürülenler ve ezilenler çoğunluğu zararına gelişmesinden başka hiçbir şey olmadı ve bugün, her zamandan da çok, böyledir.” (Ailenin Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni, s.116, Sol Yayınları). Eserin kaleme alındığı tarihin ardından gerçekleşen sınıf mücadeleleri; devlet aygıtının çeşitli coğrafyalarda çoğunluğun çıkarına örgütlendiğine şahit olsa da, bugün devlet aygıtı küçük bir azınlığın, büyük bir sömürülen ve ezilenler çoğunluğu zararına örgütlendiği gerçekliğiyle mücadele ediyoruz.
Yeni Demokrat Gençlik olarak bu tarihsel süreçte egemenlerin, kendilerini merkezi ve yerel düzeyde hangi biçimlerde örgütlediği ve ezilenlerin nasıl alternatifler açığa çıkardığını incelemiş bulunuyoruz.
Bu tarihsel süreci; Antik Çağ’da sitelerin doğuşu, Antik Yunan’da polisler, Derebeylikler, İmparatorluklar, Ortadoğu’da İmparatorluklar (Selçuklu ve Osmanlı imparatorluğu), Avrupa’da İmparatorluklar (Roma İmparatorluğu ve Haçlı Seferleri sonrası), Fransız İhtilali, Paris Komünü, Sovyetler (Sovyet Şuraları, Kolhozlar), BPKD (halk meclisleri), TC Devleti şeklinde incelemeyi, tarihsel kesitleri anlamamız açısından ön açıcı buluyoruz.
Antik Çağ’da sitelerin meydana gelişi, Ortadoğu’da yerleşik yaşamın ve toprak mülkiyetinin ortaya çıkışının bir sonucu olduğu, teokratik bir yönetim biçimine sahip olunduğu, merkezileşmenin en önemli araçlarından birinin din olduğu öne çıktı.
Antik Yunan’da birbirinden bağımsız birçok şehir devleti vardır. Bu şehir devletleri özgül koşulları sonucunda farklı yönetim biçimlerine sahiptir. Bu yönetim biçimleri belli bir hukuki dayanağı bulundurmamaktaydı. İktidarın belli bir hukuka veyahut iradeye dayanmadığı, durumda belli bir askeri güce sahip herkesin iktidar mücadelesine girişebildiği bir durum söz konusuydu.
Bu süreç “demokrasi” kavramının ilk defa ortaya çıktığı süreçti. Demokrasilerin “özgür yurttaşların” oy vermelerine yönetimle ilgili kararlara dahil olmalarına olanak sağlamasının niteliğine ve “Halk, Özgür Yurttaş” tanımlarına dair tartışmalar yürütüldü. Antik Yunan’da merkezileşmenin açığa çıkmasıyla birlikte yerellerde yerellerin ihtiyaçlarını karşılamak için meydana getirilen yapılar, yerini merkezin politikalarını hayata geçiren organlara bırakmıştır.
İmparatorlukların hangi nesnel ve öznel koşullar içerisinde örgütlendiğine yönelik verili kaynaklara dair karşılıklı aktarım gerçekleşti. Bu minvalde imparatorlukların kendisini ilk örgütlediği yerlerin, göçebe ve yerleşik yaşam sürdüren toplulukların birbirine yakın olduğu alanlar olduğu öne çıktı. Toplumların özgüllüklerinden dolayı çeşitli biçimlerde örgütlendiği ve özgün koşullar içerisinde parçalanan bu yapıların egemenler cephesinden barındırdığı deneyimler üzerine tartışıldı. Tartışmalar içerisinde Ortadoğu’da ve Avrupa’da olmak üzere imparatorluklar iki ana başlık olarak incelendi. Özgül koşulların daha fazla göz önüne çıktığı bu coğrafyalar, özgüllüklerin egemenler açısından nasıl bir araca dönüştürüldüğü noktasında, ön açıcı tartışmalar yarattı.
Avrupa’da Roma imparatorluğu ve Haçlı seferleri sonrası meydana gelen imparatorluklara, Ortadoğu’da Selçuklu ve Osmanlı imparatorluğuna yoğunlaşıldı. Bu imparatorlukların merkezi ve yerel yönetimleri hangi biçim ve amaç doğrultusunda örgütlediği tartışıldı. Yerel yönetimlerin farklı biçimlerde örgütlenebildiği (aşiretler, beylikler, soylular) görüldü. Ancak bu durumun merkezileşmenin geliştiği oranda tekdüzelik gösterdiği yerel yönetim organlarının merkezi yapının politikalarını uygulayan tek taraflı bir araca dönüştüğü ya da yaratıldığı görüldü.
Bu bağlamda Selçuklu ve Osmanlı imparatorlukları değerlendirildi. Yerellerin verili kaynaklara göre; ademi merkeziyetçi, özerk bir şekilde (aşiret, beylik, vb.) örgütlenen Selçuklu İmparatorluğunun yerellerin merkezden bağımsız yapısından dolayı kendi iktidarını tahsis edemediği ifade ediliyor. Osmanlı devletinin bu durumu göz önünde bulundurarak hangi araçları örgütlediği, Merkezi-Yerel yapısında gerçekleşen değişimler incelendi.
Avrupa üzerinden yürütülen tartışmalar Roma imparatorluğunun yıkılması ve Ortaçağ olarak nitelendirilen Derebeylikler dönemi ile başladı. Sınıfsal yapısı esas odaklanılan konu oldu.
Feodal beylerin Roma imparatorluğunda görülen merkezi örgütlenmelerini neden korumadıkları noktasında imparatorlukların yeniden örgütlendiği 12. 13. yüzyıllar göz önüne alınarak Magna Carta sözleşmesi incelendi. Magna Carta sözleşmesinin Krallığa karşı kilisenin, soyluların, feodal beylerin çıkarlarını garanti altına alma çabası olduğu belirtildi. İmparatorlukların yeniden ortaya çıktığı süreç askeri, siyasi, ekonomik, dini yapısı bakımından değerlendirildi. Bu tarihsel süreç içerisinde meydana gelen “governance”(yönetişim) kavramı incelendi.
Fransız İhtilali ve Paris Komünü
Fransız ihtilalinin gerçekleştiği koşulların değerlendirilmesiyle birlikte İnsan ve Yurttaş hakları bildirgesine dair tartışıldı. Magna Carta sözleşmesi ile İnsan ve yurttaş hakları arasındaki fark ve bu farkı belirleyen sınıfsal çelişkiler öne çıkarıldı. Belediyecilik kavramının ve ilk örneklerinin nasıl örgütlendiği incelendi. Paris Komününün belediyecilik olarak nitelendirilen bürokratizme karşı alternatif ortaya koyduğu bu alternatifin yapısı, hangi sınıfsal temele dayandığı değerlendirildi.
Sovyet Şuraları, Kolhozlar ve Halk meclisleri
Proletarya diktatörlüğünün inşa edildiği koşullarda yerel yönetim deneyimlerimizin nasıl gerçekleştiğine odaklanıldı. Sovyetlerde işçi havzalarında şuralar, köylük bölgelerde kolhozların nasıl örgütlendiği tartışıldı. Şuraların ve kolhozların yerellere ve merkeze karşı sorumluklarının niteliği yapısı öne çıktı. Aynı minvalde Başkan Mao’nun önderliğinde yerellerde inşa edilen halk meclislerinin örgütlenme biçimi ve yapısı tartışıldı.
Karşılaştırmalı olarak yerel yönetimler
Yapılan eğitim çalışmasında karşılaştırmalı olarak yerel yönetimler başlığı iki farklı alt başlık şeklinde ülkeler bazlı karşılaştırmalı yerel yönetimler ve demokratik özerklik meselesi konuları üzerinden ele alındı.
Karşılaştırmalı yerel yönetimlerin ilk başlığı olan ülkelerin yerel yönetimler meselesine yaklaşımları konusu çeşitli ülkelerin yerel yönetimlere nasıl yaklaştıklarını, uygulamaların güncelde neler olduğunu ortaya koyarak toplumsal meselelerin, sosyo-ekonomik yapıların bu uygulamalarda nasıl bir etkiye sahip olduğu sonucuna ulaşabilme amacıyla yapıldı.
Bu açıdan ayrıntılı olarak incelemeye alınan ülkelerde farklı ekonomik yapılara sahip olmaları ve devlet yapılanması şekilleri (üniter veya fedarasyon) itibari ile çeşitlilik göstermeleri gözetildi. Bu eleme yöntemi ile belirlenen ülkeler; sosyo-ekonomik olarak geri bıraktırılmış ve üniter bir ülke olan Afganistan; güçlü bir ekonomiye ve kapitalistleşme yarışına erken başlayan, federatif bir devlet olan Almanya; üniter bir devlet yapılanması ve güçlü bir ekonomiye sahip olan Finlandiya ve son olarak da sosyo-ekonomik olarak geri bıraktırılmış ve üniter bir devlet olan Türkiye oldu.
Bu başlıktaki eğitim çalışmasında öncelikle ayrı ayrı ülkelerin koşulları, ekonomik durumları, demografik yapısı ortaya koyulmaya çalışıldı. Örneğin; Afganistan, dünya petrol rezervlerinin yaklaşık %24-26’sını bulunduran Hazar Havzası’na yakınlığı, ayrıca bu bölgenin, dünya doğalgaz rezervlerinin yaklaşık %11-12’sini elinde bulundurduğunun fakat ekonomisinin %80’inin tarıma dayalı olduğu ortaya konuldu.
Yine Afganistan için ülkede bulunan en az 55 farklı etnik grubun yaşadığı ve bunların 14’ünün anayasal olarak “tanındığı”, Peştun (%42), Tacik (%27), Hazara (%9), Özbek (%9), Oymak (%4) ve Türkmen (%3) etnik gruplarının bulunduğu belirtildi. Diğer ülkeler içinde benzer meseleler ortaya konularak ülkelerin yerel yönetimlere yaklaşımlarındaki genel mantık ele alındı.
Örneğin; Almanya’nın yerel yönetim mantığının Türkçedeki karşılığı ile “yedek olma, ikinci olma” anlamına gelen ve bir yetki ya da sorumluluğun halka en yakın yönetim birimleri tarafından yerine getirilmesini belirten “Subsidiarite veya Yerellik ilkesi” gereğince hareket edildiği, Finlandiya’da yerel yönetimlerin temeli: “kendilerini ilgilendiren konularda, toplu olarak karar vermenin, özgür bireylerin hem hakları hem de görevleri olduğu ve bireyleri ilgilendiren kararların onların rızası olmadan alınmayacağı” prensibi ile oluştuğu, Türkiye’de ise bunların tersine yerel yönetimlerin var oluş sebebi olarak “kamu hizmetlerinin tamamını merkezi yönetim tarafından sunulamaması sonucu, artan kentleşme olgusunun sorunları karşısında merkezi yönetimin ister istemez yetkilerini paylaşmak zorunda kalması” mantığı tartışıldı.
Almanya ve Finlandiya’da yerel yönetimlerin özerklik alanının geniş, güçlü bir mali özerkliklerinin bulunduğu ve 13 eyaletten ve 3 büyük serbest şehirden oluşan Almanya’da yerellerin yasa yapma yetkisinin olduğu buna karşın Afganistan ve Türkiye’de özerkliğin yok denecek kadar az olduğunun, mali açıdan merkeze bağımlı olduğu ve devlet vesayetinin yerellerde sürdürüldüğü tartışıldı.
Bu ve benzeri konular üzerinden yürütülen tartışmalar ile birlikte, ülkenin üniter veya federasyon şeklinde örgütlü oluşunun yerellere tanınan yetki üzerinde belirleyici bir etkisinin olmadığı, buna göre sosyo-ekonomik durumun ve devamında yönetim şeklinin (burjuva demokrasisi veya faşizm) esası oluşturduğu sonucuna ulaşıldı.
Kapitalizmin güçlü ve burjuva demokrasinin hâkim olduğu ülkelerde, yerellere kolay bir şekilde özerklik tanındığının fakat yarı sömürge durumda olan ve faşizm ile yönetilen ülkelerde özerkliğin bir beka meselesi olarak karşılandığı çıkarımına varıldı. Bununla birlikte güçlü ekonomiye sahip olan ülkelerde ekonomik krizlerin veya toplumsal muhalefetin artmasıyla yönetimlerin faşizme geçebileceği böylelikle yerel yönetimlere tanınan yetkilerin bir anda ortadan kaldırılabileceği durumu ortaya konuldu.
Demokratik özerklik
Demokratik özerklik meselesine ilişkin konuya ilk olarak özeleştirel bir yaklaşım getirilerek, konu hakkında yazılan makalelerde yetersiz kaldığımızdan ve çoğu sefer de yapılan yorumların algısal-hissel çıkarımların ötesine geçmediğinden bahsedildi.
Bu anlamda konu ile ilgili önümüzdeki dönemde yapılacak araştırma ve inceleme çalışmalarında demokratik özerkliğin onu kurgulayan ve uygulamaya parça parça çalışan çizginin ortaya koyduğu somut bilgiler (yazınsal bilgiler ve pratik olaylar) baz alınarak konuya yaklaşmanın etik ve bilimsel olacağı değerlendirmesinde bulunuldu. Bu sayede hem demokratik bir muhtevaya sahip olan demokratik özerklik meselesinin dolaylı olarak gelişimine hizmet edilebileceği ve öte taraftan demokratik özerklik meselesindeki çelişik yanlar, eleştirdiğimiz yanlar kendi ideolojimizin ve yol haritamızın daha doğru bir temele oturtulabilmesi için işlevli hale getirilebileceği konuşuldu.
Konuya, genel olarak böylesi bir kaygı ile daha fazla anlamaya çalışma niyeti sergilendi. demokratik özerklik; özerklik meselesinin kavramsal olarak tartışıldı, demokratik özerkliğin, liberal demokratik ve liberter boyutları ele alındı.
Sonraki bölümlerde ise demokratik özerkliğin üzerine oturtulduğu meclisler ve komünler; kapitalizmin ehlileştirilmesi, ekolojik toplum ve cinsiyet özgürlükçü politikalar noktalarında tartışmalar yürütüldü. Bu tartışmalar yürütülürken, DTP ve DTK’nın tartışmaları, HDP 2013 Anayasa Taslak Metni, Öcalan’ın ortaya koyduğu eserlerden kaynaklar alınmasına özen gösterildi.
Ayrıca son olarak bu tartışma bağlamında Kızıl Siyasi İktidarlar ile Özyönetim meselelerinin benzer ve farklı yanları ortaya koyulmaya çalışıldı. Örneğin, mevcut merkezi bir iktidar (ezen azınlık sınıf veya sınıfların iktidarı) varken onun topyekün yenilgiye uğratılması beklenilmeden ondan bir parçanın koparılıp alınması, özgürleştirilmesi konularında benzerlikler gösterdiği, halk meclislerinin ikisinde de esaslı yerler teşkil etmesinin ortak düşünce olduğu, farklılığın ise esas olarak Kızıl siyasi iktidarlarda proletaryanın iktidarının gözetilmesi, öz yönetimlerde her hangi bir iktidarın gözetilmemesinden oluştuğuna varıldı.
Bu farklılığın mevcut şekilde sonuçlanmasının temel nedeninin; komünistlerin, tarihi sınıflar mücadelesi olarak, Öcalan’ın, devlet ve toplum olarak ele almasından kaynaklandığı sonucuna ulaşıldı. Bu tartışmada daha çok izlenilen metin ise, kapsamından dolayı Mülkiye Dergisi’nin 39. sayısında yayımlanan, Çetin Gürer’in çalışması olan Aktörün Perspektifinden Demokratik Özerkliğe Bakmak: Kürt Siyasal Hareketinin Demokratik Özerklik Yaklaşımı isimli makale oldu.
31 Mart yerel seçimlerini nasıl ele almalıyız?
31 Mart yerel seçimleri yaklaşırken yaptığımız eğitim çalışmasının son bölümünde yerel seçim politikasının nasıl oluşturacağına dair kapsamlı bir tartışma yürütüldü. Tartışmanın bu bölümünde ülkenin içinden geçtiği politik atmosfere niteliğini veren siyasi, ekonomik, kültürel duruma dair değerlendirmeler yaparak devamında mevcut durumda egemenler cephesinden yaşananları; devrimci, demokrat, yurtsever güçlerin bu süreçteki politik, pratik tutumunun açığa çıkardığı tablonun nasıl okunması gerektiğine dair tartışıldı. Bu tartışmanın bir sonucu olarak yerel seçimleri nasıl ele alacağımızı somutlamaya çalıştık.
31 Mart yerel seçimleri, “cumhurbaşkanlığı sistemi” ile AKP’nin merkezi yapıyı güçlendirme ve iktidarı tek elde toplama çabasının bir ürünü olarak kitlelere dayatılan referandum ve erken genel seçimlerin bir parçası haline gelmiştir. Bu yönüyle yapılacak olan yerel seçimleri bu gerçeklikten bağımsız değerlendiremeyiz. AKP’nin yerel seçimleri bu eksende ele almasının bir yansıması olarak yerel seçimlerin genel seçimlerle arasındaki fark silikleşmiş durumdadır. Bu tablo karşısında kitleler; mevcut partilerin yerel yönetim anlayışlarını, belediyecilik hizmetini vb. baz alarak seçimlerini yapma çizgisinden uzaklaşmış durumdadır. Bu sonuca varmamızdaki tek neden yerel seçimlerin ele alınışı değildir. Mevcut iktidarın kitleleri etnik, ulusal, kültürel, dini farklılıklar üzerinden saflaşma yaratacak zemini güçlendirecek politikaları temel çizgisi haline getirmesi, bu sonucu doğurmuştur. Esasta çok uzun zamandır yapılan birçok seçimde kitleler tercihlerini bu farklılıkları baz alarak yapmak zorunda bırakılmış ve özünde ideolojik tercihler yapmıştır.
Mevcut duruma egemenler cephesinden baktığımızda yerel seçimler meselesinde bütün burjuva partilerin devletin bekası temelinde tekleştiğini görüyoruz. Birbirinin muhalifiymiş gibi görünen ve burjuva partiler tarafından oluşturulan (“millet ittifakı” , “cumhur ittifakı”) faşist blokların yerel seçimleri ele alışı bu yönüyle aynıdır.
Yerel seçimlere giderken son yıllarda AKP’nin iktidarında yaşanan zayıflamaya paralel biçimde artan yoğun baskının hız kesmeden devam ettiği görülüyor. Ekonomik kriz her geçen gün derinleşiyor. İktidarın yaşadığı her kriz kitlelere baskı, dayatma, yoksulluk, işsizlik vb. olarak yansıyor.
Bu tablo karşısında mevcut düzeni değiştirme ya da düzeltme hedefi olan devrimci, demokrat, ilerici öznelerin durum değerlendirmesini doğru yapmanın açığa çıkacak politikanın hayata geçirilmesinde belirleyici olacağını biliyoruz. Mevcut olanı değiştirme iddiası olan öznelerin durumunu kabaca özetlersek; kitlelerle bağın her geçen gün zayıfladığı, örgütsel olarak zayıf ve dağınık, içe kapanık bir durumda olduğumuzu söyleyebiliriz.
Bu gerçeklik içerisinde politika belirlerken odaklanmamız gereken noktalardan ilki; devrimci öznenin örgütlenmesi, nicel ve nitel gücünün yükseltilmesi, ikincisi; devrimci, demokratik, yurtsever güçlerin birleşik mücadele zemininin geliştirilmesi, üçüncüsü; kitlelerin örgütlenmesi, kendiliğinden bilinçlerinin devrimcileşmesi, siyasi ve ekonomik taleplerinin sahiplenilmesi yönlü çalışmaya olanak sunması olmalıdır.
Bu yönüyle yerel seçimlerin devrimci öznelerin yarattığı ve geliştirilmesi gereken birleşik mücadele zemininin güçlendirilmesi temelinde bir politikayla ele almak anın görevi olarak açığa çıkmıştır. Kitlelerle bağlarımızın güçlenmesi, mevcut dağınıklığın örgütlenmesi, baskı ve faşizme karşı birlikte karşı koyuşu örgütlemede yerel seçimler somut bir olanaktır. İktidar her ne kadar yerel seçimleri genel seçimlerle aynılaştırmaya çalışsa da; yerel yönetimlerin demokratik hakların anlaşılması ve kavranmasında katkısı vardır. Yerel yönetimlerin devlet düzeninden bağımsız niteliğe sahip olmadığı, doğrudan iktidar sorununa bağlı olduğu, T. Kürdistanı’nda 94 HDP, DBP belediyesinin gasp edilerek yerine kayyum atanması örneğiyle birlikte somut bir şekilde gördük. Bunun bir parçası olarak henüz seçim yapılmamışken; mevcut iktidar kayyum atama tehdidinde bulunarak; kitlelerin seçimlerini baskı ve zor yoluyla yönlendirmeye çalışıyor. Bütün bu baskıya ve yok saymaya, kayyumla birlikte halkın iradesinin teslim alınmasına karşı devrimci, demokrat, yurtsever adayları, destekleme gerekliliğiyle karşı karşıyayız.
31 Mart seçimlerinin devrimci özneler açısından karmaşık bir görüntü oluşturmaktadır. Bir yandan Kürdistan’da kayyum gerçekliği ve bütün düzen partilerinin devlet bekası temelinde HDP’ye karşı kurduğu ittifak diğer yandan batıda HDP’nin kendi adayları üzerinden politikasını somutlamaması, Dersim’de iki adayın çıkması gibi meseleler tablonun bizler açısından karmaşık olduğunu gösteriyor. HDP’nin batıda İYİ Parti adaylarının olduğu yerler dışındaki il ve ilçelerde aday çıkarmama tutumu, CHP adaylarının desteklenmesi, seçimlere CHP listesinden sokulan adaylarla meclis üyeliklerinin kazanılması yaklaşımı, devrimci-demokrat kamuoyunda yoğun bir kafa karışıklığına neden olmaya devam ediyor.
Yerel seçimlerde bugünkü tabloda, özellikle de HDP’nin CHP listelerinden seçimlere girmesi ile ortaya çıkan kaotik durumda bizim tavrımız ne olmalıdır? Devrimci, ilerici ve yurtsever adaylara desteklemek düzen partilerinin adayları ile aramıza net bir sınır koyduğumuz anlamına gelir. Mevcut durumda karşımıza çıkan tabloda yaşanan, CHP’nin çizgisinden uzaklaşarak HDP ile yakınlaşması değildir.
HDP açısından da CHP’ye oy veren ileri kitle ile ilişkilenme değildir. Yerellerde HDP’nin oylarını arkasına almak için CHP örgütlülükleri gözle görülür bir çaba içindeyken; HDP ile yan yana geldiğini yalanlamaktadır. Bu gerçeklik karşısında devrimci, demokrat, yurtsever öznelerin bütün faşist partilerin devletin bekası temelinde tekleştiklerini göz ardı etmeden durumu değerlendirmesi gerekmektedir.
Bizler açısından tartışılması gereken bir örnek ise Dersim’de iki adayın çıkma durumu olmuştur. Meselenin devrimciler açısından tartışılması gereken birçok boyutu vardır. Bizim tartışmamızdan çıkan genel değerlendirme; ikili durumu açığa çıkaran devrimci öznelerin mevcut siyasi atmosferin gerekliliklerini görmeyerek/esasa almayarak, kendi grup çıkarlarını birleşik mücadelenin, halkın çıkarlarının önünde tutarak, devrimci sorumluluktan uzak bir pratik sergilenmesi ve kitleleri iki yanlış tutumdan birini seçmeye iten bir tablo oluşturulması oldu.
SMF açısından birleşik mücadelenin zemini aranmadan harekete geçmek, başka birçok noktada yaratılmaya çalışılan zemini de zayıflatan tutum yanlıştır. Diğer taraftan HDP ve başka devrimci, demokrat güçlerin bir araya gelerek oluşturduğu “güç birliği” nin tutumu da eğitim çalışmamızda eleştiri konusu olmuştur. Burada oluşan güç birliğinin; çeşitli öznelerin bir arada bulunması yönüyle birleşik mücadele zemini anlamına gelmeyeceği, bu birlikteliğe de zemin sunan esas olgunun grupsal çıkarlar olduğudur.
SMF’nin tutumunun ve devamında kamuoyunda yürütülen tartışmaların Dersim’de görünür olan şovenizmin derinleşmesine zemin sunması ve HDP açısından da kendini dayatan yaklaşımın birçok noktada burjuva partilere dahi sunulan toleransın söz konusu SMF olduğunda dayatmacı bir yaklaşıma dönüşmesi genel olarak eleştiri konusu oldu. Kitlelere bu iki yanlıştan birini seçme çağrısı yapmanın doğru olmadığı; burada öznelerden birinin geri çekilmesinin mevcut tabloda en devrimci tavır olacağı değerlendirildi.
Yeni Demokrat Gençlik