AKP 31 Mart’la birlikte T. Kürdistan’ında başlattığı işgali kalıcılaştırma isteğini, seçim olmadan “teröre bulaşan adaylar seçilirse, yine kayyum atarız” tehditleriyle, kitlelerin kendileri dışında yaptığı herhangi bir seçimi tanımayacaklarını ilan etti. Bu gerçeklik karşısında bizde seçimleri yerel yönetimle sınırlı bir tartışma içerisine sıkıştıramayız.31 Mart yerel seçimleri, “cumhurbaşkanlığı sistemi” ile AKP’nin merkezi yapıyı güçlendirme ve iktidarı tek elde toplama çabasının bir ürünü olarak kitlelere dayatılan referandum ve erken genel seçimlerin bir parçası haline geldi. Bu yönüyle yapılacak olan yerel seçimleri bu gerçeklikten bağımsız değerlendiremeyiz. AKP’nin yerel seçimleri bu eksende ele almasının bir yansıması olarak yerel seçimlerin genel seçimlerle arasındaki fark silikleşmiş durumda. Bu tablo karşısında kitleler; mevcut partilerin yerel yönetim anlayışlarını, belediyecilik hizmetini vb. baz alarak seçimlerini yapma çizgisinden uzaklaşmış durumda. Bu sonuca varmamızdaki tek neden yerel seçimlerin ele alınışı değil. Mevcut iktidarın kitleleri etnik, ulusal, kültürel, dini farklılıklar üzerinden, saflaşma yaratacak zemini güçlendirecek politikaları temel çizgisi haline getirmesi, bu sonucun etkenlerinden olmuştur. Esasta çok uzun zamandır yapılan birçok seçimde kitleler tercihlerini bu farklılıkları baz alarak yapmak zorunda bırakıldı ve özünde ideolojik tercihler yaptı.
Mevcut duruma egemenler cephesinden baktığımızda yerel seçimler meselesinde bütün burjuva partilerin devletin bekası temelinde tekleştiğini görüyoruz. Birbirinin muhalifiymiş gibi görünen ve burjuva partiler tarafından oluşturulan (“millet ittifakı” , “cumhur ittifakı”) faşist blokların yerel seçimleri ele alışı bu yönüyle aynılaşmış durumda.
Yerel seçimlere giderken son yıllarda AKP iktidarında yaşanan zayıflamaya paralel biçimde artan yoğun baskının hız kesmeden devam ettiği görülüyor. Ekonomik kriz her geçen gün derinleşiyor. İktidarın yaşadığı her kriz kitlelere baskı, dayatma, yoksulluk, işsizlik vb. olarak yansıyor.
Bu tablo karşısında mevcut düzeni değiştirme ya da düzeltme hedefi olan devrimci, demokrat, ilerici öznelerin durum değerlendirmesini doğru yapmanın açığa çıkacak politikanın hayata geçirilmesinde belirleyici olacağını biliyoruz. Mevcut olanı değiştirme iddiası olan öznelerin durumunu kabaca özetlersek; kitlelerle bağın her geçen gün zayıfladığı, örgütsel olarak zayıf ve dağınık, içe kapanık bir durumun söz konusu olduğunu söyleyebiliriz.
Bu gerçeklik içerisinde politika belirlerken odaklanmamız gereken noktalardan ilki; devrimci öznenin örgütlenmesi, nicel ve nitel gücünün yükseltilmesi, ikincisi; devrimci, demokratik, yurtsever güçlerin birleşik mücadele zemininin geliştirilmesi, üçüncüsü; kitlelerin örgütlenmesi, kendiliğinden bilinçlerinin devrimcileşmesi, siyasi ve ekonomik taleplerinin sahiplenilmesi yönlü çalışmaya olanak sunması olmalı.
Bu yönüyle yerel seçimlerin devrimci öznelerin yarattığı ve geliştirilmesi gereken birleşik mücadele zemininin güçlendirilmesini hedefleyen bir politikayla ele almak anın görevi olarak açığa çıkmıştır. Kitlelerle bağlarımızın güçlenmesi, mevcut dağınıklığın örgütlenmesi, baskı ve faşizme karşı birlikte karşı koyuşu örgütlemede yerel seçimler somut bir olanaktır. İktidar her ne kadar yerel seçimleri genel seçimlerle aynılaştırmaya çalışsa da; yerel yönetimlerin demokratik hakların anlaşılması ve kavranmasında katkısı olduğu reddedilemez bir gerçek. Yerel yönetimlerin devlet düzeninden bağımsız niteliğe sahip olmadığı, doğrudan iktidar sorununa bağlı olduğu, T. Kürdistan’ında 94 HDP, DBP belediyesinin gasp edilerek yerine kayyum atanması örneğiyle birlikte somut bir şekilde gördük. Bunun bir parçası olarak henüz seçim yapılmamışken; mevcut iktidar kayyum atama tehdidinde bulunarak; kitlelerin seçimlerini baskı ve zor yoluyla yönlendirmeye çalışıyor. Bütün bu baskıya ve yok saymaya, kayyumla birlikte halkın iradesinin teslim alınmasına karşı devrimci, demokrat, yurtsever adayları, destekleme gerekliliğiyle karşı karşıyayız.
Kayyumlara karşı birleşik mücadele
Mevcut sistemde; içinde bulunduğumuz koşullar ve politik atmosfer düşünüldüğünde seçimlerin demokratik bir ortamda ve eşit koşullarda yapılamayacağı açıktır. AKP’nin demokrasi havarisi kesildiği dönemlerde bile seçimler yapılan usulsüzlüklerle, çalınan oylarla vb gündeme geldi. Şimdi AKP seçimleri iktidarını tekelleştirmenin temel aracı olarak kullanırken eşit koşullardan, demokratik ortamdan söz etmek bile imkansız hale geldi. Seçim tarihi açıklanmadan önce AKP’nin seçimi tek başına kazanmak için tüm önlemlerini aldığı, seçim kanunlarında istediği değişikliği yaptığı, uygun koşulları oluşturduktan sonra “seçim” için kolları sıvadığı bir durumda, devletin bütün olanaklarını yerel seçimlerle birlikte; iktidarının minyatürü belediyeler yaratmak için seferber ettiği ortada.
AKP 31 Mart’la birlikte T. Kürdistan’ında başlattığı işgali kalıcılaştırma isteğini, seçim olmadan “teröre bulaşan adaylar seçilirse, yine kayyum atarız” tehditleriyle, kitlelerin kendileri dışında yaptığı herhangi bir seçimi tanımayacaklarını ilan etti. Bu gerçeklik karşısında bizde seçimleri yerel yönetimle sınırlı bir tartışma içerisine sıkıştıramayız. Seçimler özellikle de T. Kürdistan’ında gasp edilen halk iradesinin kayyumlar karşısında irade beyan etmesi anlamına gelmektedir.
Bu yönüyle devrimci öznelerin andaki görevi kayyumla vücut bulan, halkın iradesini yok sayan anlayışa karşı kitlelerin verdiği kararlara, yaptığı seçimlere sahip çıkma sürecini seçim politikasının parçası haline getirebilmektir. Birleşik mücadelenin önemi burada devreye girmektedir.
Faşist partilerin ortaklaştıkları nokta, HDP’nin yerel seçimlerde başarısız olmasının sağlanmasıdır. Bunun için ellerinden geleni yapıyorlar. Faşist partilerin tek vücut olduğu, bütün imkan ve olanaklarını toplumsal muhalefetin belli düzeyde simgesi haline gelen HDP’yi güçten düşürmeye odaklandığı bir durumda bu ablukanın; devrimci, demokrat ilerici güçlerin parçalı ve dağınık duruşuyla dağıtılamayacağı açık. Seçim odaklı bir politikayla halkın iradesini yok sayan bu anlayışla mücadele edilemeyeceği unutulmamalı. Seçim yapılmadan savrulan tehditlere karşı seçim politikası; devrimci öznelerin birleşik mücadele anlayışını geliştirecek ve mevcut zemini güçlendirecek çizginin temellerini sağlamlaştırmaya odaklanılmalı.
CHP devrimci yükselişin düşmanıdır
31 Mart seçimleri devrimci özneler açısından karmaşık bir görüntü oluşturmakta. Bir yandan Kürdistan’da kayyum gerçekliği ve bütün düzen partilerinin devlet bekası temelinde HDP’ye karşı kurduğu ittifak diğer yandan batıda HDP’nin kendi adayları üzerinden politikasını somutlamaması, Dersim’de iki adayın çıkması gibi meseleler tablonun bizler açısından karmaşık olduğunu gösteriyor.
HDP’nin seçim politikasını AKP iktidarını geriletmek temelinde ele almasının anlaşılır yönleri olmakla birlikte; attığı kimi adımların tartışılması, eleştirilmesi gereken yönleri de bulunmaktadır. Atılan kimi adımlar CHP merkezli bir tartışmayı da yeniden gündeme getirmiştir.
HDP’nin batıda İYİ Parti adaylarının olduğu yerler dışındaki il ve ilçelerde aday çıkarmama tutumu, CHP adaylarının desteklenmesi, seçimlere CHP listesinden sokulan adaylarla meclis üyeliklerinin kazanılması yaklaşımı, devrimci-demokrat kamuoyunda yoğun bir kafa karışıklığına neden olmaya devam ediyor.
Yerel seçimlerde bugünkü tabloda, özellikle de HDP’nin CHP listelerinden seçimlere girmesi ile ortaya çıkan kaotik durumda bizim tavrımız ne olmalıdır? Devrimci, ilerici ve yurtsever adayları desteklemek düzen partilerinin adayları ile aramıza net bir sınır koyduğumuz anlamına gelir. Mevcut durumda karşımıza çıkan tabloda yaşanan, CHP’nin çizgisinden uzaklaşarak HDP ile yakınlaşması değil. HDP açısından da CHP’ye oy veren ileri kitle ile ilişkilenmek değil. Yerellerde HDP’nin oylarını arkasına almak için CHP örgütlülükleri gözle görülür bir çaba içindeyken bile CHP; HDP ile yan yana geldiğini yalanlamaktadır. Bu gerçeklik karşısında devrimci, demokrat, yurtsever öznelerin bütün faşist partilerin devletin bekası temelinde tekleştiklerini göz ardı etmeden durumu değerlendirmesi gerekiyor.
Mevcut durumda orta ve ileri kitlenin önemli bir bölümü AKP’ye karşı mücadeleyi, onun geriletilmesini öncelikli görüyor. Bu yönüyle sorunun çözümüne katkı sunacak eylemliliklere katılmaktan, güç aktarmaktan geri durmuyor, çağrılara kulak veriyor.
Kitlelerin CHP’yi kendi çıkarlarının temsilcisi olarak gördüğü ya da sorunlarına çözüm adresi olarak tanımladığı için CHP’ye oy verdiğini, ilişkilendiğini söyleyemeyiz. Kitlelerin CHP’ye yönelimi; AKP’nin yukarıda aktarmaya çalıştığımız kitleleri kutuplaştırma politikasının bir yansıması olarak gerçekleşmekte. AKP “başarısı”nda bu kutuplaştırma siyasetinin önemli bir katkı sunduğunun farkındalığıyla meseleyi ele alıyor. Ve bu politikanın başarılı olduğu her durumda CHP’de kutuplaşmanın karşı tarafı olarak kazanıyor. Çünkü kutuplaşmada seçim yapmak durumunda kalarak CHP ile ilişkilenen kitlede aynı zamanda aidiyet duygusu gelişiyor. Devrimci özneler güç kazanana kadar bu durum kaçınılmaz olarak böyle olacaktır.
HDP’nin seçimler vesilesi ile CHP ile kurduğu/kurmaya çalıştığı ilişkiyi bu gerçekliği göz ardı etmeden değerlendirmek zorundayız. Devrimci ilerici güçlerin mevcut dağınıklığı göz önünde bulundurulduğunda CHP ile herhangi bir uzlaşı, ittifak, yan yana gelme/görünme hali vb CHP’ye oy veren ileri kitle ilişkilenme/ örgütlenme vb anlamına gelmeyecek. Devrimci özneler güçlenmedikçe, somut maddi bir güç haline gelmediği müddetçe bu yönlü atılan adımlar karşılık bulmayacak. Ve CHP bir biçimde ilişkilendiği kitlenin öfkesini pasifize etmeye devam edecek. Bu açıdan atılan adımlar kitlelerin CHP ile aidiyet duygusunu geliştirmesine hizmet etmeye devam edeceği unutulmamalı.
Parçalı duruş; birleşik mücadele ile maddi güç haline gelebilir
Bizler açısından tartışılması gereken bir örnek ise Dersim’de iki adayın gösterilmesi durumu olmuştur. Meselenin devrimciler açısından tartışılması gereken birçok boyutu vardır. Bizim meseleyi tartışırken odaklanmamız gereken temel nokta; ikili durumu açığa çıkaran devrimci öznelerin mevcut siyasi atmosferin gerekliliklerini görmeyerek/esasa almayarak, kendi grup çıkarlarını birleşik mücadelenin, halkın çıkarlarının önünde tutarak, devrimci sorumluluktan uzak bir pratik sergilenmesi ve kitleleri iki yanlış tutumdan birini seçmeye iten bir tablo oluşturulması. SMF açısından; birleşik mücadelenin zemini aranmadan harekete geçmek, başka birçok noktada yaratılmaya çalışılan zemini de zayıflatan tutum, yanlıştır. Diğer taraftan HDP ve başka devrimci, demokrat güçlerin bir araya gelerek oluşturduğu “güç birliği” nin tutumunda da eleştiri konusu olacak bir dizi problemli yaklaşım söz konusudur. Burada oluşan güç birliğinin; çeşitli öznelerin bir arada bulunması yönüyle birleşik mücadele zemini anlamına gelmeyeceği, bu birlikteliğe de zemin sunan esas olgunun grupsal çıkarlar olduğunu göz ardı edemeyiz. HDP açısından kendini dayatan yaklaşımın, birçok noktada burjuva partilere dahi sunulan toleransın söz konusu SMF olduğunda dayatmacı bir yaklaşıma dönüşmesi basite indirgeyeceğimiz bir tutum olmamalı. HDP, Urfa’da adaylarını geri çekti ve Saadet Partisi’nin adayını destekleyeceğini açıkladı. HDP’nin bu tutumuna da AKP’yi geriletme politikası hayat vermiş olabilir. Somut olarak CHP’yi destekleyeceklerini açıkladıkları birçok örnek oldu. Bir yanda HDP bu tarz bir tutum takınırken; Dersim’de HDP’nin tutumu tahammülsüz ve dayatmacı yaklaşımlar barındırmaktadır. Dahası HDP Dersim’de halk oylaması sonucu çıkan ismi bile aday göstermemiş, mevcut adayı merkezi atamayla belirlemiştir. Bu yaklaşımın tamamı seçimlerin ardından da sürdürme zorunluluğuyla karşı karşıya kalacağımız kayyum anlayışıyla mücadeleye şimdiden zarar vermiştir.
Şovenizme karşı mücadelede esas sorumluluk devrimcilerindir
SMF’nin tutumunun ise ayrıca tartışılması gereken yönleri bulunmakta. SMF’nin birliktelik zeminini yaratmaya yeterince çaba göstermeden adayını açıklaması ve devamında kamuoyunda yürütülen tartışmalar göstermektedir ki; SMF’nin tutumuna yön veren de grupsal çıkarlardır.
Elbette daha “olağan” koşullarda olsaydık; meseleyi bu yönlü tartışmak zorunda kalmayacaktık. Ancak bugün devrimci, ilerici güçlerin birbirleriyle rekabet etme, yarışma vb. günü değil, halkın, devrimin çıkarları için bir arada durmanın asli görevlerden olduğu gündür.
SMF’nin tutumunun yaratacağı en ciddi sorun ise kamuoyunda yürütülen tartışmalardan da çıkarabileceğimiz gibi şovenizm olmuştur. Hali hazırda devletin politikalarıyla da birlikte SMF’nin tutumu, Dersim’de görünür olan şovenizmin derinleşmesine zemin sunmuştur. Elbette şovenizme salt SMF’nin tutumu zemin sunmuyor, HDP’nin tutumu da bu zemini güçlendirecek nitelikte. Ancak burada sınıfsal temelli örgütlü olan SMF, daha duyarlı olması gereken taraftır.
Yeni Demokrat Gençlik dergisinin 13. sayısında yayımlanmıştır.